Bol dumanlı, gürültülü, küfürlü, yeşil çuhalı bir kahve: maç izliyoruz. Ayrıntıları, eleştiriyi falan göz ardı etmemiz gereken bir maç. Dk. 81 yalnızca. Feher'i ve Foe'yi hatırlıyorum. Sahanın ortasına yığılıyor bir gövde. Maç: bir akış hâli. Tam ortasında. Kameralar sahanın bambaşka bir yanına dönüyor. Penaltı kazanmışız. Önümde oturan çocuklar: "yalandır" diyorlar - bu sözlerinden pişman olacaklar besbelli. Sahanın ortasında, ayakları titreyen, dili içeri kaçmış - henüz 20 küsuratında.
Ölümün haberi gelir. Bütün ağır iklimin içinde hafifletici bir unsurdur bu: oysa ölüme tanıklık etmek, bu başka birşeydir. Bütün futbolcuların, izleyicilerin, herkesin içinde bulunduğu ruh hâli buydu - ölünebilirdi - ölüme tanıklık edilebilirdi. Etmedik, soğuk terler akıttık - ambulans , tirtir titreyen bir gövdeyi taşıdı. Gözlerimizin kenarında futbol erilliğine yakışmayacak ufak yaşlar. Prag'daki bir aileyi düşündüm sonra. Uydu yayınları vs.ler arasında. Bir kadını, bir çocuğu, bir aileyi - her neyse.. ve buradan gelebilecek bir yaslı haberi. Neyse ki...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.