12 Haziran 2007 Salı

Ogün Ürek Varlığımıza Nasıl İlişir?

Sahi ilkin "Bilgi Felsefesi" dersinde tanışmıştık Ogün Hoca ile. Esmer, John Lennon gözlüklü, orta boylu ve her şeyden önemlisi "papyon" takan bir adam.


Muzipçe aklımıza "Nedim Saban"ı ve dolayısıyla DR.Stress'i getirmeden edemedik. Ogün Hoca bir dönemlik ders boyunca Platon, Descartes, Locke, Hume ve Kant duraklarında mola vererek "bilgi"nin filozoflar elince getirildikleri yere işaret etti. Zannımca pek de renkli olmayan dersin içeriği, Ogün Hoca'nın nevi şahsına münhasırlığıyla tatlandı. Ogün Hoca suskunluk anlarında - sessizca sağına soluna bakar, gözlerini çevirir - ya sorduğu soruya bir yanıt ya da bir an önce gelmesini istediği bir sessizliği beklerdi. O günlerde biz Ogün Hoca'yı çok sevdik.


Çok sakallı günlerimden birinde bana dönüp: "Hemingway ha!" demişliği vardır. Hemingway'i çok severim. Ogün Hoca'yı daha da bir sevdim.


Handiyse bir sene sonra bu kez "Güncel Felsefe Problemleri" için geldi dersimize Ogün Hoca.
O zamanlar Leibniz'in "Monadolojisi"ni çevirmiş, Biblos yayınlarından basmıştı.(Leibniz- Monadoloji, çev: Ogün Ürek, 2006 Biblos). Cep kitabı büyüklüğünde olan bu kitabı, dostum Başak'ın acilen aldığını gördüm (Ezgi kitabevini ve kapıdan girenlere en hödükâne bakışları fırlatan sahibi bey'i hiç sevmiyorum. Ayrıca kazıkçı bir kuruluş). Ertesi gün pür ısrarlarıma yanıt alamadım: maksad kitabı çevirmenine imzalatmaktı. Başak dostumuz reddetti.
                    *                         *                           *
"Bir bira içmeden mezun oluyorsunuz ya!" dedi Ogün Hoca, final çıkışı. "Buyrun!" dedik, "Yener'deyiz Cuma akşamı..".
-Bir uğrarım, unutmazsam.


Saat 8'e doğru geliyordu. Muzip gülümseyişi ve elinde çantasıyla kapıdan girdi. Gözlerimiz ışıdı. Geldi ortamıza oturdu. Biz erkek erkeğe ilk biralarımıza ortalıyorduk. Ogün Hoca "ben rakı alayım!" dedi. Karşısına De Sıkça Bey'i oturttuk. 1995'te Bilge Karasu vefat etti. Biz Ogün Hoca'nın onun öğrenciliğini yapmış olduğunu biliyoruz. "Evet" dedi, "o kadar sigara içerdi ki, kansere yakalanması normaldi" dedi. "100 tane Orhan Pamuk bir Bilge Karasu etmez!" dedi ardından. Saygımız ve sevgimiz arttı.
                     *                       *                            *
Kant'ta "maksim" kavramı: insanın kendini ahlâken en yüksek olarak gerçekleştirebilme potansiyelidir. Biz bunu "samimiyet" sınırlarına uyarlıyoruz. Ogün Hoca bir "maksim" insanıdır herşeyden önce. Dudak bükmeden, samimiyet ve seviye dengesini iyi sağlayarak, aramıza oturmuş ve bizi sevindirmiştir. Hepimizle ayrı ayrı ilgilenmiş,önündeki karışık ızgarası ve kadehte buğulanan rakısı ile ilişkisini "her sorumuzla" kestiğimizde aynı hoşgörü ile yine de bizi yanıtlayabilmiştir. Ogün Hoca iyi ki de bir "Aydınlanmacı"dır. İyi ki de bir nezaket ve samimiyet adamıdır. İnsana ve insanın kırıcılığına rağmen duyduğu bir güvenin izleridir bu yapıp ettikleri. "Bugünlerde edebiyat okuyorum en çok" diyor, "iki sigara içiyorsam, biri kitap okurken". Odunluk tarafında ressam eşi ile, Mudanya ve dağ rüzgarlarını aynı anda alan evlerinde.


Soruyorum: "Beşevler akşamları hüzünlü müdür?"
-Elbette.
Biz o gök kızıllıklarını iyi biliyoruz.
                  *                          *                              *
Belleğimde, "Uzun Sürmüş bir Günün Akşamı"nı okuyup, Bach dinliyor Ogün Hoca.
Çünkü o resime "kafası" ile girenlerdendir, ayakları ile değil..
Saygıyla..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.