16 Haziran 2007 Cumartesi

Küçükömer, Soğan, Sarımsak ve Hâli Pür Melâlimiz..


Bu konuda en anlamlı yazıyı Nuray Mert  (5 Haziran 2007, Radikal ) yazdı gerçi. Ancak “mazi kalbimde yaradır”vari bu konuyu bir de ben ele almazsam rahatlayamayacağım. Çünkü nasıl bir medyalamanın içerisindeysek artık, elimiz kolumuz bağlı kalıyor, hem de nasıl bir aldatmacanın içerisindeysek, iki yakamız bir araya gelse kuramayacağımız “demokrat inşa oyunlarından” kafamızı kaldıramıyoruz. Evet, meşhur konu: İdris Küçükömer’e göre “Türkiye’de aslında sol sağdır, sağ da soldur”..Bütün mesele dönüp dolaşıp burayı tırmalıyor. Nedir? Eski CHP genel sekreteri Ertuğrul Günay AKP’ye, Merkez sağ’ın “hit” adamı İlhan Kesici ise CHP’ye geçmiş. Buraya dek rahatsızlık verici olan bir şey yok. Neden mi?

A) Otoriter ve totaliterliği tartışma konusu yapılan Kemalizm (yani Küçükömer’in de dahline koyduğu modernleşmeci-bürokratik gelenek) aslında tahtına oturduğu Osmanlı’nın tam da kurumlar anlamında, yönetim anlayışı paralelinde devamıdır. Cumhuriyet bir gecede devrimci subaylar vesilesiyle bambaşka üretim ilişkilerine, sınıfsal yapılara kavuşturulmamıştır. Dolayısıyla ufak tefek yol kazaları olsa da, aslında bir devamlılık söz konusudur.

b) İdris Küçükömer’in aslında “sağ” addettiği bürokratik-elitist gelenek (Lale Devri elitleri, Modernleşmeci Sultanlar , İttihad ve Terakki , CHP) ile “sol” addettiği (Prens Sabahattin, Hürriyet ve İtilaf, Terakkiperver, DP, AP vb.) liberal-muhafazakar gelenek aslında birbirlerine cepheden bir karşıtlık sergilemezler. Bu dış konjonktörün yarattığı bir yanılsamadır. İkinci kol tam da birinci kolun anlam dünyasından türemiştir. Yani Menderes ve Bayar’ın “CHP”den ayrılıp “DP”yi kurmaları, onların liberalizmi ile açıklanacak bir tutum değildir. Tam da bu ayrılış ya da Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ayrılıklar, fikrimi doğrular niteliktedir.

Yani aslında mesele, genelde “sol” ya da “sağ” addedilen ile, Küçükömerce sağ ya da sol addedilenlerin aslında katiyen “sol” ya da “sağ” addedilemeyecekleri meselesidir. Artı Küçükömer bir durum tespiti yapmıştır. Yani bu durumu “idealize” etme derdinde değildir. Öyle olsaydı, Murat Belge’nin dediği gibi “AP’den” siyaset yapardı.

Ayrıca Hasan Bülent Kahraman’ın dediği üzre, CHP tam da “sol” – “sağ” ayrımının dayandığı Fransız Devrimi’ne göre “sol”dadır. Çünkü geleneksel iktidarı yerinden etmiştir.
Ama mesele onun Marksist olup olmadığı ise, burası şüphesiz iri kahkahalarla karşılanabilir. Yani her “sol” demek, “Marksist” demek midir? Bu ayrıca konuşulabilir. Evet, CHP sol’dur. Ama bugün belirli bir müktesebat sonucunda varılan “evrensel bir sol” tanımına uymakta mıdır? Buraya koca bir “hayır” gönül rahatlığıyla atılabilir.

Ama sonuçta Küçükömer’in fantezisi addedilebilecek olay, bugünkü koşullarda akla gelebilecek ilk referansı teşkil ediyorsa, tekrar tekrar düşünmeliyiz. Bir: İslâmcılar gerçekten sağcılar mıdır? İslâmcılar neden ısrarla kendilerini, modern çağa ait, hatta Batı’nın sınıfsal düzleminde anlamlı bu kavramlarla, dikatomilerle açıklama derdindedirler? İki: diyelim ki bu böyledir. Ama ben sokakta kendisine sağcı diyen hiçbir adam duymadım. Yani sağcılık pek de mübah bir tanım ya da sıfat değildir. Adam yedi göbek sağcı olsun kendine sağcı demez. DP’liyim, AP’liyim” der. Ve tam da aslında bu durum CHP geleneği ile bir tezat teşkil etmediğinden ardına da ekler: “Atatürkçüyüm..”.
“İskele Sancak”ta, Kanal 7 ekranlarında, Rüstem Batum Bey “demokrasi cephesi” için AKP ile bağımsız sol arasında bir ittifak düşünülebilir diyor. Ve oradan “Genç siviller” namı ile maruf bir gruptan arkadaşımız, “evet,” diyor, “Serteller ile DP” arasında da böyle bir ittifak gerçekleşmişti.
İşte bahsettiğim şuur bulanması, Küçükömer’e aldanma hâli bu. Aynı arkadaş, Serteller’in çıkaracağı “Görüşler” dergisine, yine tek partiye karşı demokrasi cephesi oluşturmak adına (ki daha sonra DP vatan cephesi oluşturmuştu o başka) yazı verme vaadinde bulunup sonra korkan Bayar ve Menderes’i nasıl unutur? Bahanesi ise “Görüşler”in “G”si kapakta “Orak çekici” andırmaktaymış. Bildik terane gerisi. Komünizmi telin. Tan baskını. Vs. Vs.

İşte bugün Küçükömer heyulası dediğimiz durum bu’dur. Evet, Türkiye’nin sağı, modernleşme hususunda, bilhassa da kültürel değil, teknik modernleşme hususunda CHP geleneğinden daha heveslidir ve ekonomik özgürleşme meselesinde de daha isteklidir. Ancak mesele demokrasiye gelince en az CHP geleneği gibi refleksleri vardır. 1953 sonrası DP süreci gerçekten anti-demokratiktir. Ya da Milliyetçi Cephe dönemleri. ( Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz. Tesbih çeken eller, tetik çekemez.). Devam edelim, Şerif Mardin: “Türkler, Stuart Mill ya da Locke okudukları için değil, İslâm’ı rehber belledikleri için demokrattırlar” meâlinde bir şey söylemişti.  Olabilir. Ancak bu İslâm ile liberalizmi her defasında denklemek yanlışında ısrarcı olmak anlamına geliyor. Nasıl “Müslüman sol” kavramı gündeme getirildiğinde, Müslüman cepheden ya da soldan “haydaa!” nidaları yükseliyorsa, aynı tavır Liberalizm İslâm flörtüne de gösterilebilir. Mesela pek yakında Radikal’de Mustafa Akyol, “Müslümanlık solla değil, adil ve ahlâki bir kapitalizmle” uzlaşabilir diyor. Evet, tam bir Peygamberimiz de tüccardı zihniyeti.

Evet, DP ve AP, sanayileşme ve kalkınma hususlarında daha istekli olmuşlardır. CHP bu yanıyla kültürel devrimi savunmuş, halka uzak kalmıştır. Ama gerçekten çok sevdiğim Nuray Mert hanımın dediği gibi, “otoriter sol” elbet olabilir, buna karşı “liberal bir sağ” da mümkündür. Hatta sol doğal olarak otoriterdir. Maksad özgürlükçü bir sol’a kulaç atabilmektir.

Bu yanıyla Ertuğrul Günay, Mehmet Bekaroğlu, Haluk Özdalga gibi isimlerin öncülüğünü yaptığı, Türkiye’nin ana gündeminin laiklik değil, ekmek, sosyal adalet, özgürlük olduğu şiarıyla yola çıkan ve medyanın hemen “Müslüman Sol” diye damgaladığı,  Yeni Siyaset Girişimi bu yüzden öksüz kalmıştır.  Yani Yeni Siyaset Girişimi tam da mevcut sistemin hırgüründen, enerji tüketen kavgalarından (laiklik, etnik milliyetçilik vb.) arındırılmış, sosyal adalet, özgürlük ve ekmek merkezli bir siyaset önerisinde bulunduğu için “anlamlıydı” yani özgürlükçü sol’a atılan bir kulaçtı. Oysa tam da Günay ve ekibinin geçişi, sistemin partilerinden birine oldu. Bu nedenle elemine ya da asimile olma ihtimâlleri yüksek.

Nedeni gayet açık? Çünkü ilk başta serilmediğim şemaya göre, AKP'nin devamı olduğu liberal-gelenekçi cephenin yani CHP’den türeyen ona karşı biçimlenen ama onun türevi olan bir anlayışa eklemlendi Günay ve ekibi. Yani aslında diyalektik bir enerji ısrafının bir muhatabından diğerine atladı. Çünkü yine Nuray Mert’in belirttiği gibi, eğer CHP halka uzak, elitist idiyse DP geleneği de en az onun kadar patolojik, hiç de evrensel anlamda sol olmayan, popülist idi.

Yani Rüstem Batum Bey ve genç sivil dostumuz, sol’a “sosyal adaleti” baltalayan politikalar üretmekten ileri gitmeyen, küreselleşmeye kapılarını açan bir partiyle yani AKP ile flörtü salık veriyor.

Oysa “Müslüman Sol” denilerek sulandırılan anlayış, gayet temel bir şey üzerinde yükselmektedir. Ve varlık nedeni de makûldur. Türbanlı genç kızımız okuluna girsin. Asıl meselemiz ekmektir. Asıl meselemiz siyaseti devletin tahakkümcü tekelinden alıp sivilleştirmektir. İnsanlar kimlikleriyle, taviz vermeksizin bir çatı altında birleşebilirler. Önemli olan “pozitif bir vatandaşlık” ile sağlanmış sosyal refahtır.

Ama benim medyam bunu vakit geçirmeksizin sulandırır.

Yapılacak gayet basittir. Birbirlerinin özgürce yaşama hakkına saygı duyan her insan, sosyal adalet ve demokrasiyi gözeterek, “hoşgörü” gibi lütfeden bir kavramın ardına sığınmadan, saygı ile “bir uzlaşma alanı” yaratabilir.
Burada “Müslüman”, “Kemalist” ya da “sol” olunur o başka. Önemli olan belirli asgari müştereklerde uzlaşmaktır.
Ve kendi sorularıma geçiyorum. Eğer kimse kendine sağcı demiyorsa ve İslâmcılar ya da merkez sağcılar Küçükömer’in bu formülünden gayet hoşnutlarsa, “sol” olmaktan memnunlar demektir. Ama ısrarla şunu eklemektedirler: CHP solu değil ama. Peki madem bu arkadaşlar bu kadar “aslında sol” olmaya meraklıdırlar – niye Abdürrahman Çelebi bir durumda kalmakta ısrarcı olmaktadırlar.

Ve bir ikinci sorum da şu?
Madem sol aslında sağdır. Solculuğundan gayet emin olduğumuz Ertuğrul Günay niye sağ’a geçmiştir. Sağ madem aslında sol’dur. Niye İlhan Kesici sol’a geçmiştir. Madem arzu edilen ile olagelen arasında dağlar vardır, niye varolunan yer’de beklenilmez de karşıya geçilir? Sadece bu nedenle bile sol yeniden sol sağ yeniden sağ olmamakta  mıdır? En fazla karşı tarafa geçilmekte ve muhataplar orada beklenmektedir. Son kertede bu transferlerle aslında "sağcılar" yine "sağ"a ama bu kez gerçek sağ'a, "solcular" da "sol"a geçmemişler midir? O zaman ne esprisi vardır, sağın ya da sol'un.

İşte Türkiye siyasetinin indirgenmiş hikayesi bu'dur.

Bu da bize ünlü feylesof Sakallı Celâl’in “Doğu’ya giden geminin içinde Batı’ya koşan tayfalarız” vecizesini hatırlatmaktadır.

Ben buradan Türkiye üniversitelerinde siyaset bilimi dersi veren hocalarımıza bir tavsiye mektubu yazıyorum: bundan sonra Türk sağının adı "Sarımsak", Türk solununki ise "Soğan" olsun. Böylece sağımız ve solumuz üzerlerindeki evrensel olamama ya da "heveslenme" hâlinden sıyrılabilirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.