“matbaa mürekkebine batmış küçük evliyalar
sesleri kovalıyor ıslık çalarak” (Ahmet Oktay)
ergenekon; bir dava. tarafları, tarafgirlikleri, görünür ve görünmez binbir veçhesi olan.
tuncay güney; bir sıfır noktası, bir başlangıç, bir tabula rasa değil. çok zaman cumhuriyet'in "kara karnavalının" habercisi gibi, devlet olma biçimimizin bir son sözü gibi, bir figür, bir uzmanlaşma biçimi olarak göze çarpıyor.
diyebiliriz ki, tuncay güney türkiye modernizminde "gören gözün", "duyabilen sağın" teşhis edebileceği çatlağı değerlendirebilen figürlerdendir. sermayesi çok zaman "pespaye bir iktidar hırsı" da olsa, kolayca kristalize edilemeyen hınzırlık biçimlerinden beslenir.
tuncay güney'e iki bakış var ve şöyle dağılıyorlar;
a) kondurulmuş, iliştirilmiştir. cumhuriyetle hesaplaşma manasına gelecek davanın başlangıç noktasındaki adamdır. pervasızdır, kökü dışarıdadır, gücünü iç ve dış mihraklardan almaktadır. yetmezmiş gibi, meczuptur, ihtilaç içindedir, hahamdır ve eşcinseldir. bir güvensizlik noktasında durdu, duruyor.
b) ne olursa olsun, elinde önemli belgeler vardır. değerlendirilmelidir. bu yanıyla kirli ilişkilerin deşifratörüdür. yeni bir cumhuriyet için başlangıç temrinidir. yeni ve demokratik bir cumhuriyetin inşası için her yol mübahtır.
medyada arz-ı endam eyleyen tuncay güney yazılarında bu iki tarafgirlik biçimini aşan bir analiz gündeme gelmiş midir? durum pek parlak gözükmüyor. tuncay güney hangi sosyolojiden türemiştir? tuncay güney hangi şartlarda var olabilir? büyük bir komplonun anahtarı, pasif bir oyuncusu mudur? tuncay güney olan bitenden "şeytani bir zevk" almamış mıdır? bir an bile olsa geminin dümeninde olduğunu hissetmemiş midir? baykal'a "mit'in adamı"dır ve mahir kaynak'ın deşifre edilmesinden sonra chp'nin başına gelmiştir", ithamında bulunurken tamamen kurulduğu noktadan hareket mi etmektedir, hiç mi lezzet duymamıştır, ortalığı karıştıran adam, yani "o adam" olmaktan?
bu sorularla tuncay güney meselesine girmek müstakil bir katkı koyma önemine sahip olmasa da "deterministik" bakışları aşmaya yardımcı olabilir. biraz daha açarsak; tuncay güney hangi sosyal ve iktisadi ilişkilerin içinden türeyebilecek bir tipolojidir? türkiye'de iktisadi kastlar tam oturmuş mudur? uzmanlaşma dediğimiz ve organik bilgiyi parçalara ayıran eğilimin bir taraftan dünyanın "elit"lerin dünyası olmasına katkı koyarken öbür yandan başka "sermaye" biçimlerinin sahiplerine kapılar açma noktasında durduğunu tespit edebilir miyiz? küresel sistemin elitlerinin çok zaman iktisadi ve kültürel taşeronu olan elitlerimizin diyarında, yani şu türkiye denilen "kara karnaval" ülkesinde, teknolojinin, oturmamış kastların içinden geçen hattın bilgisine vakıf olmak ve bu ilişkileri zorlamak, "apansız bir aktör" olmaya götürebilir bizi.
bir oyun oynanmaktadır ve kurallarına tabi olunur. bu oyunu oynayabilecek estetik manevra kabiliyetiniz vardır. biraz entelektüel lojistik ve bir sermaye biçimi olarak "sosyal cesaret" ile "güçlülerin dünyasında" yer edinebilirsiniz. tuncay güney, bir mesaj olarak, bu tavra bizi ikna ediyor. tuncay güney bir prototip olarak bunu başarmıştır.
modernizm atomize ediciliği ile biliniyor. aynı zamanda diyalektiktir. büyük kitle hareketlerine yataklık etmiş, onlara ruh veren ideolojileri beslemiştir. modernizm sınırsız atomizasyondur. dinlerde, bilimde, cinsellikte, sanatta parçalanma- başlangıçta olan bilgiyi ters-düz etmedir. parçalanmadan sınırsız imkan türetmedir. mesleki çoğulculuğu bu haneye yazalım. devlet ve siyaset yapma ilminin dışında vuzuh bulan gündelik yaşamı sürdürme bilgisi ve dayandığı meslek gruplarının yanında, modernizmin bizatihi kendi hastalıklarına çare arayan bilgi biçimleri, modernizmle birlikte ortaya çıkmışlardır. küresel iktisadi sistem ve yan kollarının bir nesne olarak paradan çok, bir imaj olarak parayı merkeze koyan, daha sonrasında bir "halüsinasyon" olarak paraya dek varacak olan süreçlerinde, paranın macerasına paralel meslek gruplarının macerası da başlamıştır. broker, ceo ve her nevden danışmanlık türlerini bu kategoriye sokabiliriz.
paranın hikayesi dedik, bir örnek; veli küçük, korkmaz yiğit'e "tuncay senin danışmanlığını yapsın" diyor. güney; "bir milyarla işe başladım" diyor. Hikayesi belli olmayan bir paranın, hikayesi belli olmayan danışmanı. modernizm bir nesne olarak parayı dahi parçalıyor. modernizm sosyolojisi bize tuncay güney'in ipuçlarını veriyor.
soralım; tuncay güney'e sosyolojik bir yorumun haricinde rahatça bir psikolojik teşhis konulabilir mi? cinsel kimliğinin üzerine bindirilmiş dinsel kimlik sosu (kaldı ki en kompleks dinselliklerin içinde bile olabilir tensellik), yeni tarz-ı siyasetin değirmenine su taşıyan söylemi ile tuncay güney cumhuriyet ideolojisinin yeni "yapı-bozumcusu" mudur? yeni bir cumhuriyet dilinin başlangıç noktasındaki adam mıdır? utah, cemaat, taraf, "cemaat ile tsk yakınlaşsın" tarz-ı siyasetinin provokatörü müdür?
benjamin "pasajlar"da baudelaire için "meslekten komplocudur" hükmünü uygun görüyor. sosyal sınıf yangınlarının paris'inde, çatışmanın ortasında, kahvelerde ve birahanelerde "devrim tellallığı" yapan bir tipolojiyi resmediyor. bu tip; sivil polis de olabilir, kralcı da, ateşli bir devrimci de. çok zaman flaneur'dür ve kenti bir imajlar bütünü olarak izler ve sosyal sınıf savaşı da bir imajdır, izlenmeye ve katılınmaya değer duruyor. haz, hız ve heyecan modernizmin "leitmotiv"leri üzerinden gündelik hayatı estetize eder. nihai politik ve ideolojik kıblesi "kışkırtıcının metafiziği”dir.
bir çeşit sinizm diye de onarabiliriz.
diyelim, yıl, 79'dur ve puslu bir istanbul üniversitesi kantininden sinematografik bir sahne gözlerimizin önünde beliriyor. gizemli olmak, sivil polis olarak anılmak istemek, bir başka tipolojinin eğilimine denk düşüyor. aynı tavrı ve eğilimi taşıyor, tehlikenin hemen yanıbaşında, tehlikeden haz duymak. "meslekten komploculuk" diyoruz.
tuncay güney'de bu haz duygusunu, sosyal sınıfların oturmadığı bir pozisyonda, bir "sermaye biçimi" olarak "kötücül cesaret" üzerinden kurgulanan "gazetecilik maceralarını, silah kaçakçılığı deneyimini, izmit alay komutanlığı'nın içinde fink atma hazzını ve ayrıcalığını görebiliyoruz. dokunulmaz addedilen isimleri "içeri alınmalıdırlar" diye işaret ederken içinde bulunduğu şehveti, çok zaman şaşırarak izliyoruz. Kelime ekonomisi olmayan bir şehvet.
tuncay güney'in işkencesini anlatırkenki halinden, bundan zevk almaya varabilen bir duygu skalasında gidip geldiğini hissediyoruz.
tuncay güney'de bu "hız" telakkisini, durdurak bilmemek telaşını, bilgi akışına düşürülebilecek her türlü şerhe rağmen, teşhis edebiliyoruz.
tuncay güney'in atomistik modernizm harikası olduğunu anlayabiliyoruz. "o an", "bulunulması gereken noktada" bulunduğu için aktör konumuna geçişini gözlemliyoruz. Azımsanacak şey midir? Türkiye denilen ajandanın uzunca bir süre ilk maddesini işgal eden bir aktör.
şöyle diyebiliriz; tuncay güney'in sinik ve müstehzi gülümsemesini "cumhuriyet'in hüzünlü ve buğulu gözlüklerinin" arkasından izlemeye yazgılı gibiyiz.
Mevsimsiz'de Yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.