Anti-sinemistiz dedik ama bir kanon oluştururken kanonik iktidara karşı çıkmanın temel esin kaynaklarından biri de minöriteleri ortaya çıkartmak oluyor. Deleuze ve Guattari’nin “Minör Edebiyat Nedir?” sorusuna verdikleri cevap, minör edebiyatın minör bir dilin edebiyatı değil, bir azınlığın majör dili kullanarak yaptıkları edebiyat olduğu noktasından geçiyor. Bu durum kuşkusuz, bir “ikidilliği” beraberinde getiriyor. Kafka’da teşhis edilen de aslında budur. Deleuze ve Guattari, bize “tekdilde” dahi bir “ikidillilik” üretimini salık veriyorlar; handiyse bir çeşit “kekeme dil”. Rasyonel kanona karşı, bir esrik kanon. Apollonik sinemaya karşı, bir Dionyssosçu sinema.
Türkiye sinemist algısı da yeniden kanonik bir düzleme dökülmek istendiğinde, majör dilin oluşturulmasına büyük katkı koymuş ama minör figürleri yok görmeye dayanan bir perspektifi benimsiyor. Burada, kanoncu ve majörcü bir iktidar yaratma amacı güdülüyor. Bu can yakıcı ve sorumsuz tavır, aynı zamanda kendi diyalektiğini de üretiyor; dolayısıyla, bir iktidar tesis alanını da teşhir etmemize yardımcı oluyor. Dekadan olanla hesaplaşmış gibi davranan, sanki dekadan kendisince üretilmemiş gibi steril bir mevziye konuşlanan sinemist algı, dekadanı görmezden gelmeyi tercih ediyor. Oysa 70’lerin sonu ve 80’lerin başındaki sinema anlayışı ve 12 Eylül travmatizminin içinde eşik figürleri bulabiliyoruz. Bunlar hem majör kanon tarafından dışlanıyor, hem de dekadanın içindeki majörcü tavrın kurbanı oluyor. Bugün Belmondo Engin, yani Eray Özbal, hem seçkinci Türk sinemistinin gözünde sanatsal çerçevenin gerektirdiği filmlerin içinde olmadığı için suçlu bir figürdür, hem de mütemmim cüz’ü olan popüler kültür algısında Nuri Alço ve ‘Tecavüzcü Coşkun’un imajına erişememekle cezalandırılır. Belmondo Engin, bir -tersine- Türk Jean Genet’sidir. Sınıfının temsilini, çok zaman sınıfsızlığını, kekeme dilliğini ve majör dekadan Türk burjuvazisinin sefihliğini bir ‘imkân’ olarak bize sunar. Belmondo Engin, burjuvazinin dilini kullanan, o dil içinde minör bir dil’e, zamanla da minör bir sinemasal varoluşa bürünen bir Türk gerçekçiliğinin sözcüsüdür. Gramsci, “Uçağı, binmeden kaçıramazsınız.” der. Belmondo Engin, Türk sinemasında bu Gramscici söylemin yüklenici figürü olmuştur.
Bugün ağır adamların domine ettiği Türk sinemizmine, Alço ve Coşkun lütfedilerek buyur edilirken, Belmondo Engin dışarıda bırakılmaktadır. Alço ve Coşkun tahmin edilebilirdir. Belmondo Engin ise tekinsiz. Bu da tekdilin içinde kekeme dil’i temsil etmeye çok yakınlaşmasından ileri gelmektedir.
Mesaisanat'ta yayınlandı.
Mesaisanat'ta yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.