İmge:
1639 bir
imge. Bir kabul. Bir düşünmeksizin kabul. Bir çocuğunkine benzeyen, sorgusuz
sualsiz bir kabul. Sınırlar da birer kabul. Ancak bu kez çocuğunkine
benzemiyor. Yetişkince, erişkince onanmış, rafa kaldırılmış, yetişmiş ve
erişmiş (neye, niçin, nasıl?) olanın kabulü. Çocuğun kabullerindeki fluxus, ayin
çağıltısı, yetişkinin kabullerinde "iktidar aygıtının" mütemmim
cüzüne dönüyor.
"Akıllı, uslu çocuk"
imgesinde yetişkinleşmiş çocuğun kategorize edilmiş (ıslah edilmiş),
kompartımanlara bölünmüş ideal durumuna dair beklentiler var. 1639 bir çocuğa
bir şey ifade etmezken, yetişkinlerin aklını 1979'e teyelliyor. Kant,
"aydınlanmayı, ergenlik hâli" olarak tanımlarken, ergenliğin bu
inatçı önyargı imparatorluğunun sıkıcı bir neferi olmayı refere etmesini
öngördü mü, görmedi mi? Özcülük bir yanılgı. Kant şunu kast etmişti, oysa bu
oldu. Marx bunu söylüyordu, oysa tarihsel gelişmeler onu haksız çıkardı. Bunu
bilemeyeceğiz. Seçilmeyen yolu denemedik çünkü. Bu nedenle bu "olmayana
ergi" olarak kalmaya devam edecek. Aslında böylece de tedavülde kalma
ihtimâlini garanti altına alacak. Dolayısıyla bu ideologun yakınması değil,
ideolojinin sürdürülebilirliğine yönelik bir zemin.
İmge aynı; 1639 bugünkü sınırları tayin
etti, ediyor. Cümle içinde cevherini de saklıyor. Sınırları. Ama o gün bugündür
barış vardır, demiyor. Biraz kaşındığında, iki birbirini yenemeyen güçten
bahsediyor. İki birbirini yenemeyen gücün, barışması kaçınılmazdır. Bunda o
kabulün izleri devam ediyor. Yetişkinin teyellemeci aklı, serbest çağrışımdaki
fluxus'u damgalıyor.
İki yenişemeyen gücün bir üçüncü, bir
dördüncü, bir seksen dördüncü, bir metafor dışı yolu (bir yoldışı?) kendilerine
zemin kılmaları (hah, yine metafor!) mümkün mü? İki yenişemeyen güç barışmaktan
gayrı sevişebilir mi, çiftleşebilir mi, dölleyebilir mi birbirlerini? Yenişemediğinde
iki varlık, tanışabilir mi?
Çocuk-Yüzey:
Metaforun
iktidarı, kontrol altına almak istiyor. Bir Türk; bir neresinden baksak çocuk
bırakılmış varlık, bir neresinden baksak imge artığı, bir-ben, böylece, imge
ile hadım edilmiş oluyor. İran, 1639 dağının ardında bir kara masal ülkesi
oluyor. İmge zırh sağlıyor. Şuna; İran; yenişilememiş ve dolayısıyla
tanışılamamış.
Oysa çocukların iyeliği sağaltıcı. Onların
iyeliğine yakınsamayan her dünya faşizmi doğurmaya yazgılı. Bu yazıyı bir çocuk
yazmıyor. Bu yazı da kendi faşizmine ev sahipliği yapıyor olabilir. Dolayısıyla
böyle bir masumiyet karinesine sahip değil. Bu resimlere, bu kitap kapaklarına
bakan göz bu masumiyetini yitireli çok oldu. Ancak bazen en muhafazakar bilgi,
en devrimci bilgi kılınabiliyor. Bir taşı yerinden kıpırdatamıyorsan,
çevresinden dolanırsın, tünel kazarsın, zıplarsın. Taşın arkasına geçersin. Bir
çocuk bunu yapar. Bunu yapıyor. Oysa, yenişemeyen iki gücün inadında, taşı
kaldırmamak gerektiği bilgisinden mutmain olanların hâli var.
Najafi- Tara |
İnsan aklı muhayyelden somuta doğru
işliyor. Soyut hiçbir zaman yetişkinde, erişkinde tam soyut olarak kalmaz. Metaforlaşmadan,gündelik düşünceye, psikanalize dahil olmadan rahat edemez. Ayrıca Klimt ve Najafi
ilişkiselliğinde olduğu gibi insan zihni (erişkin zihni?) somutu da kendi
somutuna tercüme ediyor. Najafi'yi bilmemiş, görmemiş biri için, Klimt bir
çıkış noktası, bir çağırma. 1639 hiç görmemiş biri için, bir yok imge, 1979 bir
var imge, bu yüzden.
Kapatılma, modernizm, bilgi;
"erişkinler" için alelâde. Oysa bütün bunları imge kılan adam, somutu
bir kez daha somuta tercüme ediyor. Foucault, İran Devrimi'ni izliyor. Devrim
somutlaşırken, muhayyelden, kara kalabalıktan, kitleden (kütleden?), müzikten,
iradeden bir şeylere doğru evrilirken, "maruz müşahidin" kaleminden;
"11 Şubat
1979: İran Devrimi.
Bu cümleyi yarının gazetelerinde ve geleceğin
tarih kitaplarında okur gibiyim. İran' ı altüst eden, 12 ay süren
olağanüstü olaylar serisinden tanınmış bir sima belirmektedir. Bu, aynı zamanda
uzun bir bayram ve yas serisidir de; milyonlarca insanın ''allah allah !'' nidaları,
mezarlıklarda mollaların devrimci söylev ve duaları, kasetler dolusu vaizler,
ve Paris banliyölerinden birinde her gün kibleye doğru diz çöken yaşlı bir
adam: bütün bunlara devrim demek güçtü.
Fakat bugün kendimizi daha alışılmış bir dünya
içerisinde hissedebiliyoruz: barikatlar, çalınan silahlar ve alelacele toplanan
bir bakanlar kurulundan hemen sonra, halk , bakanlıkların camını bacasını
kırmadan istifa eden bakanlar... Tarih,
sayfanın altına devrimi tasdikleyen kırmızı damgasını basıyordu. Din, perdeyi
yırtarak önemli bir rol oynuyordu; mollalar siyahlı beyazlı cübbelerini sallaya
sallaya dört bir yana serpiliyorlar; sahne değişiyor; esas oyun şimdi başlıyor;
sınıf mücadelesi, halk kitlelerini örgütleyen partinin silahlı avangardları..."
Cinlerin somutlaşma
süreci de, bir çocuk-imgeden kalıntılar üzre inşa ediliyor. İki yenişemeyen güç
sevişebilir mi, tohumlayabilirler mi birbirilerini dedik? Bakan gözün
gördüklerini tohumlamasında da aynı ilişki var. Bir an korkusuzca, yenilgi
korkusu olmaksızın deklanşöre basabilir arkeolog. Dolayısıyla maruz müşahidin,
karesine sokulan o "cin" ifadesini arayan bir fluxus'le müsemma. Foucault'yu
cinlere ve dolayısıyla Siyah Kalem'e, bu hattın yekûnunu kitap kapaklarının
masumiyetine tersine bağlayan bir şeyler var.
Cinlere, benimkilere
benzemeyen cinlere, benim sinematografik cinlerime hiç benzemeyen cinlere, ilk
kez rastladım Siyah Kalem'de. Muhammed ya da Mehmed Siyah Kalem. İnsanlar ve
cinlerin ustası. Dolayısıyla onun yüzey dünyasında cinleri ehlileştiren,
cinleri "ıslah eden", cinleri kuvveden fiile taşıyan bir hat söz
konusu.
Angelus-Novus:
"Şu da gerçek ki, insanlardan
bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere
sığınırlardı da, onların
taşkınlıklarını arttırırlardı" (Cin Suresi, 6. Ayet).
Foucault da kitleyi,
Siyah Kalem'de cinleri tarif eden bu tekinsiz-bilimi, çocukluktan çok uzak bu
adayı çizmenin ve kotarmanın gücü, o hâlde kimlerin mezun olduğu bir iş?
Çocuklar cinlere inanıyor mu? Çocuklar cinlere inanmanın arifesinde mi? Foucault
cinlere inanıyor mu? İnanıyordu, inandığı için Tahran sokaklarındaydı dersek
eğer şu;
Demons are afraid of humans in daytime - Ali Asghar Seyd Abadi |
Hayır bayım, Foucault reddiyeye inanıyordu, bir kokuşmuş düzenin
nasıl reddedildiğini, hangi dille bu reddiyenin icra edildiğini bizatihi
yerinde gözlemeye inanıyordu, dolayısıyla o bir an çocuk kalınan, o sonsuzlukta
sıkışıp kalınmış anın fotoğrafını çekmeye mezundu der isek şu;
Benjamin, Klee'nin o tablosunu yanında dolaştırdı durdu. Gittiği her
yere götürdü. Bir ayağı geçmişte, diğeri gelecekte olan, havalanmakta
mütereddit, geri dönme ihtimâline çoktan veda etmiş melek. Hakikatin bir an göz
kırptığı, sonra seğirttiği, tutulacak yeri kalmayan, terminolojisini bile
kendisini anmamız için bize hediye etmeyen "kunt" yakarış.
Siyah Kalem |
Çocuklarla
cinlerin dünyasının arasındaki tabakayı büyüten göz, Foucault'ya "bu gördüklerimizden emin miyiz?"
diye sorduran göz aynı zamanda. 1979, sokak, fluxus aynı zamanda, bir an
deklanşöre bastı. O an sokakta mavi gözlü çocuk, o an sokakta Angelus-Novus, Siyah
Kalem'in taife-i cin'i, o an sokakta deklanşöre basıldığında gülümseyecek, bir
an "l'reel" gibi, sonra olağana geri döndürecek. Tarih de bundan
başka bir hızla işlemiyor. Fluxus'tan psikanalize, diyelim ki, ilk eşcinsel
idamlarına dek giden süreçte, cinler, fotoğrafın makus talihinden sıyrılıp
aslına, en başa, imgeye dönüşüyor. Soluklandığı, Semerkand'da, Tahran'da,
Klimt'te, Klee'de ve dolayısıyla Benjamin'de, bir an mola verdiği hakikat
yolculuğundan "kapatıldığı" kış uykusuna, dağın arkasına, 1639'a,
dondurulmuşluğa, statik olana gönderiyor.
1639'a Dönüş
The Snowpa, Jabbarr Baaghchehbaan |
Bağlarsak, akış koltuğa yatırıldığında, iktidara teslim olduğunda, çocuk o masum beyaz tahta üzerinde dilediğince teyelleyebilme gücünden pes ettirildiğinde, cinlerle, o muhtemel arkadaşlarla ilişkisi kesildiğinde, çocuk bir an kitle iken, akar iken, birer tuğla parçasına dönüştüğünde 1979 birden 1639'a dönüyor. Bunda çocuk gibiliğin temrinini bir kez daha hiç gerçekleştiremeyecek olmanın hicranı var.
Jin, Jiyan, İran - İran Merkezli Yazılar- Kolektif'te yayımlandı.
Palas Pandıras Kitap - 1.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.