DENİZ
Yerkürenin %80'i mi, %70'i mi
sudan mürekkep? Ne yani bu soruya layıkıyla cevap veremezsek, bu yazıya
layıkıyla başlamış sayılmaz mıyız?
Hilmi Yavuz'un Bodrum'da Yahşi'de
denize paralel yüzmesinde müridlerinin anladığı ama bizim anlamadığımız ne var?
Bugünlerde, sadece bugünlerde değil, hemen hemen her yaz geldiğinde aslında,
bunu düşünüyorum. Kendimi bunu düşünmekten alıkoyamıyorum. Çünkü küçüklükten
beri çok sevdiğim yüzme eylemini yaklaşık 4-5 yazdır artık herhangi bir keyif almaksızın
yapıyorum. Diğer bir deyişle, serinleyecek kadar bir girip çıkacağım, bir iki
dalacağım, sonra sıkılarak önce suyun yüzeyine ardından kıyıya çıkacağım.
Dolayısıyla deniz, bir zamanların o sevdiğim denizi, bana zûl gelecek. Bu
nedenle Hilmi Yavuz gibi kıyıya paralel yüzmeyi denediğim zamanlar da oldu.
Olmadı değil. Bunun, Hilmi Yavuz yapıyorsa bir kerameti olduğu algısına
yaklaştığım anlar da... Ancak sanırım yine başaramadım... Hilmi Yavuz'a denizin
zûl gelmeyip, bana gelmesini birisinden açıklamasını istemek ve beklemek...
Denize paralel yüzmek; akıntı
halinde sizi kıyıya doğru gönderirmiş...Alabildiğim yegane cevap bu oldu..
Sonra tatil... Bunu aslında hep
diledim; bizimkilerin otuz senelik Kumburgaz'larının daha güzel bir yer olarak
kalabilmesini. Oysa şimdi öyle değil. Tıkış tıkış, iç içe. İçiçelik hoşa
gidebilir. En azından benim gitmiyor. Bu nedenle bir yere sabitlenmektense,
tatile gitmeye başladım. Bir müddettir. Uzun bir müddettir. Deniz; daha mavi.
Daha derin. Daha canlı.. Seçme ve seçilme hakkı da var üstelik. Biraz yüz,
sonra kıyıya doğru seğirt.
Çıkıldığında kum, yosun, mayo,
şıpır şıpır... Yengeç, kaya ve tenin bin yıllık hükmüne referans... Sonra
açlık..
KÖFTE
Joaquin Sorolla- Children On The Beach (1910) |
Derbi çıkışında değiliz, Abdi'nin
önünde de... Öğrenci evine gece dönmeden önce, açlığı bastırmak amacıyla
alınmış da değil... Anne ya da anneanne ya da eşin elinden çıkmış.. Sonra bir
elektrikli ızgaranın mağruriyetine teslim edilmiş. Taneler ağızda dağılıyor..
Yanında minik biberler ve domatesler var.. Tabağa kendiliğinden oluşan,
"on going" bir estetikle yayılmışlar. Midelere doğru şenlikli bir
yolculuğa geçmişler. Deniz mideyi boşaltmış, mide ile karın birbirine yapışmış.
Gayet tatlı bir açlık tüm gövdeyi esritmiş. Köftenin ilk parçası mideye
düştüğünde oralar da bayram sabahına dönüşüyor...
Mayolarla sandalyelere
oturulmaması rica edilmiş ama ne gâm.. Şıpır şıpır...
TAZE FASULYE
Yaz yemeği asla köfte ile
nihayete ermez. Onu "yazın yağı" zeytinyağı izler. Domatesleri
kıvamında, şekeri yerinde bir ayşe kadın masaya konuyor. Ekmekler mahcup eda
çoktan terk edilmiş şekilde, canhıraş, sarı ile turuncu arası renk cümbüşü
yemeğin suyuna banılıyor. Şekerli, kılçıksız fasulyenin insanı yarı yolda
bırakmamaya söz vermiş rayihası gövdenin her yerinde raksediyor.. Herkes biraz
Vedat Milor'luktan, çokça Mehmet Yaşin'liğe terfi etmiş.. Parmaklar alarga,
kollar alabanda. Yazın en cömert anında mıyız yoksa? Herkes kentin
gürültülerinden, bedenin gurultularındaki tınılı, şen ses'e kendini bırakmış..
Ve biz şöyle diyoruz, kendimizi çoktan sarmış olan "kendiliğimize"..
Beden bedene yapıştı.. Asıl şimdi, now. Beden, bedene, kuvve fiile, her şey
aslına doğru rücu etmelidir.
KARPUZ
Deniz kesmedi. Serinlik dıştaydı.
Şimdi içe almakta fayda var. Yaylada olsak derede serinletirdik. Şimdi günün
birinde "makineleşmek isteyen" ve sonra Tanrı'nın ona hediyesini geri
çevirmemiş ve makineleşmiş bir insanın içerisine konmuş, tak tuk, vot dot,
Cemil Abi- bizim buzdolabımız, maharetle soğuttuğu karpuzu bize geri hediye
ediyor...
Cemil the frigidaire, bir
zamanlar yaz çardaklarının altında derin bir iskambil oyununun ortasında,
yenilgilere hazmedemeyip, bütün fütürist geleneği de yok sayarak söyleyivermiş
şu veciz cümleyi; "Allah'ım ma-ki-ne-leş-mek-is-ti-yo-rum".. O
geceden sonra yaşamını hep bir buzdolabı olarak sürdürmüş.. Mutlu ve mutlu...
O günden sonra kendisine emnaet
bırakılan bütün karpuz, kavun ve fasulyeleri sımsıkı tutup, sahibine lezazet
dolu bir anında geri vermiş...
UYKU
"Uyku biraz uyku, bütün
isteğim buydu...".
Öğle uykusu, İlhan Berk'ten
mülhem. Midendeki hafif dolulukla uyu ve "uyurlara" katıl.
Yediklerinin midendeki polka'sına
kulak ver ve vitalitenin ne olduğunu bir kez daha düşün. Yaz nedir, sen nesin?
Senin yerine bu yaz bir başkası bu varlık alanını doldursa, o bu uykuyu nasıl
uyurdu? Yatay ve dikey tarihteki milyonlarca yaz'a dön ve kendine... Yazın
esrik tenselliği bütün uykularında sana eşlik etsin. Arka odalarda, sesten
ırak.. Terle, terle, terle.. kışın gözeneklerine sımsıkı yapışmış toksinini
at..
Uykuya devril, dip odalarda, arka
nahiyelerde, sedirlerde, divanlarda..
Uykunun sana çökmesindeki
nezaketi, sen de uykuya göster...
Kış'a kadar uyu; sonbaharı
görmesin gözlerin.
"(..)Orada yatıyorsunuz. Çimenin
kokusunu alıyorsunuz. Güneşin sıcaklığının her zamankinden çok farkındasınız.
Dünyanın yüzeyine yayılmış olduğunuz ve dünyanın eğimini vücudunuzda
hissedebildiğiniz duygusuna kapılıyorsunuz.. " (John Berger, "Ressam Olmak")
Kendi
kendinin ressamı olmaya beş var.
İzdiham Dergisi'nin 14. Sayısında Yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.