I
Bugün
diğer batan günlerin mezarlığını boylamış ve kendinden söz etmeye hiç
değmeyecek bir gün olabilirdi. Aslına bakarsanız bazılarımız için hâlâ da
öyledir. Farz edelim ki; bugün sıradan bir gündür; sıradan şeylere yataklık
ediyordur. Dünyanın [binlerce kentindeki binlerce pastanesinin binlerce cam
önündeki binlerce masasından birinde], buna benzer binlerce buluşma yaşanmış
olabilir. Binlerce kadın bir erkeğe, binlerce erkek bir kadına doğru evden,
işten, bir başka erkeğin ya da kadının yanından ayrılarak geliyordur. Mümkündür.
Ancak; senin sıradanın, bir başkasının istisnaisidir. İşte bu yüzden biz bu
istisnayı konu edinen resmin "maruz müşahidiyiz".
II
Bugünü
Faruk Köksal'ın kalbimizi ispatula ile kazıyan suluboyasına teyelleyen, o
hâlde, diğer günler gibi bir gün; diğer buluşmalar gibi bir buluşma olmasından
daha fazlasını vaad etmesidir. Biz oraya bakmadık, biz onları görmedik; ama bu
buluşma oldu. Biz buluşmanın taraflarına, o kadına ve o erkeğe bakıyoruz ve
onlara çakılıp kalıyoruz. . Aklımıza ilk gelen; bir ayrılığa ramak kaldığıdır.
Ayrılmak/ Yarılmak; müsebbibi kim? Ortadan geçen yarığı kendini çeken kadın mı
büyütmek istiyor?
Belki
de yarığı erkek büyütmek istedi ve kararının etkilerini hafifletmeye
çalışıyordur. Ama derin bir yarık hâsıl
olmuştur artık. Tortusu; o buluşmayı kuran müktesebatın zedelenmesi olan.
III
İz
sürsek.. Mesela; mekanı özellikle bir kültürün sınırlarına indirgeyen
göstergeler var mı? Buluşulan yer bir pastane, kahve, cafe olabilir. Daha
ziyade ikinci katta masa dibinde bir buluşma. Bu yasak bir buluşma da olabilir.
Dekor; sade. Hatta, kıskandırıcı derecede uçucu. Malzemeye içkin uçuculuktan
ziyade, malzemeyle oluşturulmuş bir uçuculuk. Vestiyer ve vazo mekanı
yumuşatırken, kadının çantası ve meşrubat bardakları (fincan gibi durmuyorlar)
tansiyonu arttıran aceleci unsurlar. Masadaki bardaklardaki meşrubat her ne ise
tüketilmemiş? Belli ki, hemen konuya girilmiş ve henüz bir daha meşrubata
dönmek için konudan çıkılmaya fırsat bulunamamış.
Kadın
mı kalkıp gitmek istiyor, erkek mi, şayet bu bir son buluşma ise? Peki, mesele
tempo ise, mekanda o esnada nasıl bir müzik çalıyor?
IV
Teknik;
suluboya. Boyanın kimyasına oldukça hızlı bir şekilde akıl sır erdirebiliriz.
Peki ya boya ile kavuşacak olan suyunkine? Faruk Köksal resminin gizemi de,
bizatihi burada başlıyor. Ressam resme gövde buldururken fırçasını bandırdığı
suyu, bizim için gizli bir yerden getiriyor. Mesela; bahçedeki kuyudan.
Küçükken komşu çocuklarla koşuşurken, ardına saklandığı, içini merak ettiği,
gece olunca, cılız lambalar altında kendine dair tevatürler üretilen ve
cinlerin saklandığına inanılan kuyudan. Faruk Köksal; "Suluboya tekniği, hızlı düşünmeyi, hızlı hareket etmeyi, güçlü
duyumu, sabırlı ve titiz çalışmayı isteyen, hata kabul etmeyen oldukça zor bir
tekniktir. (..) Suluboyanın heyecanı, zamanla yarışı, dikbaşlılığı ve naifliği
beni cezbediyor".[1]
Bazısının kanıyla bazısının fallusuyla yaptığı resmin ana malzemesi bütün
uçuculuğu ile bu yüzden su.
V
Kadın
ve erkek o hâlde o mekana mahir ellerce konduruldular. Biz kendi gailemizle
meşgulken de, usulca kalkıp gidecekler. Dolayısıyla, biz hikayenin bir
bölümünden fazlasını bilememeye yazgılıyız. Bu nedenle tahmini deniyoruz ya.
VI
Kadın
duru. Ancak varlığı mekana usulca yayılsa da, endişeli ve ikna olmuyor. Kadının
"ahlanmasının" sebebi; erkeğin sözlerinin başına soktuğu küçümen bir
ağrı olabileceği gibi, "bu hikayenin o gün bitmesi gerektiğini
hissettirmek isteyen sonu gelmez jestler ve mimikler bavulundan çıkan yeni bir
hediye" de olabilir. Her halükarda, teselli ihtiyacı var. Nasıl müteselli
varsa, bir teselli eden de var.
VII
Teselli
edenin teselli edilmeye ihtiyacı var mı? Erkeğin sesi her şey olabilse de; "(..) narsist bir biçimde derinden ve
tınılı, yakınındaki herkesi, hatta gerekirse küçük oğlan çocuklarını bile
erkeklikte geçmeye ayarlanmış bir ses"[2] gibi farz edilemiyor. Kadının ise..
VIII
Bu
pastaneden bir kez çıkıldığında (ayrı ayrı ya da beraber) zaman eskisi gibi
işlemeyecek. Pastaneye beraber girildiyse de (ki mekanın ritmi, buna
"mümkün değil" diyor), dünyaya beraber gelinmedi, bir kez. Ama
kesişildi. Binlerce kesişme gibi kesişildi.
IX
Kadın
bir zamanlar çocuktu. Arkadaşları ile koşturarak oynadığı mahallede kendinden
korkulan yaşlı kadının bahçesindeki kuyuyu gördü.
X
Erkek
bir zamanlar çocuktu. O kuyunun ardındaydı. Kuyuya doğru koşan kızı gördü.
Kızın ayağı önündeki iri taşa takıldı, kendisini tutmak isteyen oğlanla
birlikte bahçedeki kuyuya düştüler.
XI
Kadın
bir zamanlar daha gençti. Evin sahibesi çoktan öldüğünde elinde ders kitapları
ile önünden geçtiği bahçedeki kuyuya acıyarak baktı.
XII
Erkek
bir zamanlar daha gençti. O mahalleden taşınmıştılar. Kuyulu bahçeyi unuttu mu?
XIII
Kadın
ve erkek mekandan çıktılar. Biz Faruk Köksal'ın suluboyasından çıkmakta ayak
diretenler ve bir an önce bu suluboyayı terk etmek isteyenler olmak üzere ikiye
ayrıldık. Birilerimiz pastanenin olduğu caddenin sağına, diğerlerimiz ise
soluna doğru koşar adımlarla uzaklaştılar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.