11 Nisan 2005 Pazartesi

Enis Batur: Şairler Yalan Söylemez..


Hikâye Dikmek — Kendi Kendinin Terzileri
Ece’nin ölümünü izleyen haftaydı, Ömer Uluç’la oturmuş, “Tahta Troya”yı yazdığım dönemde (1978-79) giriştiğim dipsiz arayışa ve hangi yöntemle çalıştığıma ilişkin konuşuyorduk, bir öğle sonrası. Ona, kaba hatlarıyla, uyguladığım ‘yapısöküm’ü gerçekleştirmek için sayısız metinle didişmek zorunda kaldığımı, ilk “iz”lerle karşılaştıktan sonra arayış çerçevesinin zihnimde yavaş yavaş oturduğunu aktardım.
Bir tür ‘kolaj yapımı’na dayanıyordu Ece’nin özellikle “Bakışsız Bir Kedi Kara” ve “Ortodoksluklar” dönemindeki şiir yazısı: Okurken kesiyor, yazarken yapıştırıyordu. Zorlu iştir kolaj, herkesin doğru sonuç alacağı işlemlerden değildir.
Protopop Avvakum’dan, İbnülemin’den, Metin And’dan ya da Gazimihal’den çekip çıkardığı parçaları biribirilerine eklemleme biçimine değinirken Ece’nin, bir aşamada gözleri parladı Ömer’in:
Sevim Burak’la, Afrika dönüşü, Kuzguncuk’taki eve yerleştiklerinde, Sevim “Yanık Saraylar” üzerinde çalışıyormuş. Bir gün, çat kapı Ece gelmiş eve. Sevim’in salon perdesine sayısız küçük kâğıt parçasını iğnelerle tutturarak hikâyesini kurmaya çalıştığını görünce nutku tutulmuş, Ömer’in dediğine bakılırsa, saatlarca bu tablonun karşısından ayrılamamış.
Ece’nin, Sevim Burak’ın öyle çalıştığını bildiğini biliyorum. “Yanık Saraylar”da da, Ece’nin şiirlerinde olduğu gibi, iç ve dış malzeme içiçe geçmiştir — özellikle Tevrat’tan geniş çapta yararlandığını söyledi Uluç. Modayla, mankenlikle uğraşmıştı bu hikâyecimiz; ama ne dikiş dikmeyi bilirmiş, ne herhangi birşey örmeyi. Bereket yazı örmeyi, hikâye dikmeyi çok iyi öğrenmiş.
Bana öyle geliyor ki, o gün Ece’nin büyülenme nedeni, kendi biricik saydığı dikiş tekniğinin alabildiğine özgün bir değişkenini karşısında görmüş olmasından kaynaklanıyordu. Çıkış noktasını Sevim’in bir defter gibi kullandığı salon perdesine bakarak bulmuş olduğunu sanmıyorum.
Ama, kimbilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.