Dostlarım madem burada bir kişisel tarih yazıyoruz yani hayatımızı var eden hikayelerimizin toplamından bir başka tarihe kapı aralıyoruz, yani Yenikapı sahiline inen akşam güneşinden bir medeniyeti aramaya gidiyoruz, yani Metis'lerden Ayrıntı'lardan arındırılmış Tanpınar'ı kolumuza takıyoruz ve mezar taşlarının kenarlarına basarak geceye iniyoruz, o hâlde fondoteni fazla bulacalı bu kadının yani gecenin kokoş pastane arkadaşı caz'ı konuk edeceğiz soframıza. Akşam ne zaman akşamdır. Geceye devrettiği bir şeyleri olduğunda diye düşünüyorum. Bir yük, bir bedel, bir yalnızlık ateşesinin sona eren görevi. Palamarlarını çözmüş bir gemi. Gece uyku tutmadığında gece ya. Gece radyoları da burdan icad olmuştur işte. Gece radyo programı yapan insan türü buradan hasıl olmuştur. Gece yaşayanlara suskunluklarını perçinlemeleri için verilen bir şanstır son kertede. Gecenin sesleri vardır. İçeride, derinde gizlenmiş ancak kendisini almaya hazırlanana rahatça verecek olan bir saklı kutu gibi. Fırtına hiç kopmaz orda. Gece sesleri- gecenin suni sesleri zamanla gecenin tek sesi haline gelir. Başlayan ve biten. Güne ermeden çekilip gitmek zorunda olan. Ateşini koynunda saklayan ve orada söndüren. Nuhat'ın mavi portatif radyosuna çok caz borcumuz var. Hayır ne blues'dan başlayacağım, pamuk tarlalarından ne de ordan Miles Davis'in sırtını dönüp çalma küstahlığından, İstanbul'u ışıyan elitist caz festivallerinden ne de Garbarek'ten vs bahsedeceğim. Benim kişisel tarihimde bunların yeri yok. Biz Şile odalarında dönüp dönüp Dizzy Gillespie dinlerdik o başka. Bizim ucuz şaraplarımız vardı. Radyoda çalan hiçbir şeyi, caz namına, yalnız komadık. Radyo-3'ün en sadık dinleyicisiydim, o ufak yurt odasında. Gecenin en derinleştiği, yalnızlığın en koyulaştığı anlarda kendime tekrar ederdim fısıldayarak: "jazz is better than sex because it's longer" diye. Sayrılı geceleri tufaya getirir miydik? Güne çıkan kavşağı alan karşı pavyondan çıkan tipler bana hiç de Storyville'i anımsatmazdı. Dağa doğru sabah olurdu. Ne doğaçlanan hayatta doğaçlanan bir müzik parçası, yani zaman dışında da bir mekan (sesler uzay boşluğunda toplanırlar) ne uzun soloların nefes kesen güzelliği - ne oda müziği dediğimiz kıvamın müthiş samimiyeti - hepsi tek tek aklımı çelerlerdi de, cazın gecenin ikiz kardeşi olduğu hissi denli kuvvetli değillerdi hiçbiri. Fellini Caner kardeşim, yarı uykulu ve basbas caz çalan odamda "bu müzikle nasıl uyunur?" diye sormuştu. Varsın sorsun. Ya da fotoğrafçı Umut kardeşim- "bu ne?" diyordu. Bu kubbede yankılanan o kubbede yankılanmamış tek sorun bu-başka da sorun yok..
Gecenin kaldırım taşlarını birbirimize fırlatırken, aklımızda hep bir sonraki gece vardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.