Bu yaz Başak'la İstanbul'u turlayacaktık. Plan buydu. Kerteriz bellediğim ufak sokaklardan, büyük yapılara dek bir yürüyüşler manzumesi. Yattı heyhat. Ama hiç olmazsa, Şebsefa Hatun Camii'ni, Ali Paşa Camii'ni, bizim teras kahvemizi gösterseydim. Ya da Aşkım hanım'la Başak'ların terasına içmeye gidecektik.Görüş noktasında sıralanmış, Ara Güler vapularına kucak açan melankolik adalar. Israrla Mehmet Rauf geliyor aklına, Zebercet Erhan'ın. Ahmed Rasim ve Hüseyin Rahmi. Nasıl da bayılırdım ondaki, o devri çokça aşan mizaha. Ardından dank etti, mizah ancak o devirde yapılabilirdi. Mizahın olgunlaşmasına en yatkın devir. Edebiyatla kızlığını bozan mizah. Olgun elbet. Adalar turu ona sözümüzdü. Eylül'ü de bu işe ayırmıştık. Sonra hayhuyda tuz buz oldu gitti, yapılacaklar listesi. Gün geldi, Kadıköy'e geçemez olduk. (Ama ben hep Üsküdar'ı daha çok sevdim.)Hayıflanmaların kendi başına da edebiyat olacağını öngörmek..
Limonlu çay ertesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.