27 Mart 2007 Salı

Mustafa Demirtaş Üzerine..


I
Pinget: " yazının dışında kalan tek şey ölümdür" demiş.
Mustafa'yı yazmak zor zenaat - kabulûmdür. Ama yazılacaklar var - yazmaya karşı her şeyden önce borcumuz var. Daha doğrusu hayata karşı yazma borcumuz var. Bir alan olarak hayatın, bütün karşıtlıkları içeren bir alan olarak,uzlaşım ve çarpışmanın aynı kefede devindiği bir oluş olarak hayatın patikalarını arşınlamadan, gölgelerinin dibinde oturmadan, dalgalarını saymadan , bu borç da ödenmişlik hissi vermeyecek. Nasıl bunlar olduğunda borcun bir kısmı (o hiç bitmeyecek borç) ödenir gibi olursa, en azından rahatlarsak, yazdığımızda da aynı kifayetsiz kıyılarda dinlenme olanağı buluruz.

Mustafa'yı ilkin hazırlıkta bölümde yapılan bir tanışma toplantısında tanımıştım. O zamanlar Mustafa böyle biri miydi? Haşarıydı - her şeyden önce. Rayından çıkmaya meyyâl. Sorduğu bir soru, bu bölümde tutunma isteğinin de tutunma ihtimâlinin de olmadığını hissettirmedi desem yalan olur. Ama şimdi yıldızlı Spinoza gecelerinde çoktan unutulmuş olan bir dostumun dediği gibi, "ilk gün şu sınıfa ceketini assan dört yıl sonra cebinde bulursun" (bu fikri İstanbul Üniversitesi için beyan etmişti) bir ortamda böyle bir yeis hakça mıydı?

II
Aradaki müddette "selamlaşma"lardan, bir hayli sıcak selamlaşmalardan ibarettir ilişkimiz?
Hah, bir gündü, Hukukçular'da içilen: Zeynep, Işıl, Yiğit, Hakan De Sıkça, Sümran ve Mustafa'nın olduğu. Şimdi herkes bir yerlere dağıldı. Ve galiba en yakın Haziran'da görüşülecek. Valery: "karanlığın en yoğun olduğu an sabaha en yakın an'dır" buyurmuş. İşte aydınlanma eleştirmenleri aydınlığa en yakın an geceye en yakın an'dır" diye kontralarına çıkıyorlar. Dolayısıyla en yakın Haziran, en uzak zamandır. Biz de böyle diyelim.

Velhasıl yemek yenilen bir yerde otururken Mustafa dostum ilk kez yanıma gelip, aldığı kitapları göstermişti. O gün kendisi için de milad mıdır bilmem - lâkin net hatırladığım bir an'dı kuşkusuz. Elinde Stefan Zweig'ın "Amok"u.. (Başka Zweig sevicileri : Üstün, Ben, Hüsamettin Arslan Hoca: "Dünün Dünyası", Zekiye Kutlusoy Hoca bir klasik müzik konseri gecesinde "Acımak" - aynı kitap yurt odalarımda da dostumdu, Erhan dostum handiyse bütün Zweig külliyatı). Gülümsüyor ve şevkle aldığı kitapları anlatıyordu Mustafa. Benim için belli ki bir parıldama anıydı ki aklımdan hiç silinmemiş.
Mustafa İzmir'liydi. Tek bildiğim buydu onun hakkında. Aslında ne az merak ederiz biribirimizi. 2.sınıf hemen hemen hiç yok. Selamlaşmalardan ibaret ya da. Tebessüm - uçucu tebessümler. İçi doldurulamayan tebessümler.

Suskun ve haşarı Mustafa derslerde de konuşmaya başlamıştı. İlk anlarda istihza ile karşılamadık değil - ne diyordu dünkü çocuk? İri iri kelimeleri iri iri ideolojileri ardı ardına cümleler devşirmekte kullanıyor - o cümleleri yer yer acemi yer yer vurucu sorularla bağlıyordu. Mustafa günlük yaşamında ne yapıyordu? Üniversitenin az sayıda ve düşük yoğunluklu sol çevrelerine girip çıkıyor : Altıparmak evlerinde çaylar içiyor - yurt odalarında sabah yenik düşen geceleri kitap sayfalarına gömüyordu. Deniz Sevimli ve Yoksuli Tek'le kırgın yurt dostluklarında paylaşmanın tadına varıyor - iç dünyasını besliyordu. Bu sohbetler biliriz ki kitaplardan da doyurucudur. Bitmek bilmez yurt gecelerini Nuhat'la Kerem'le sohbetlerimizle ben de az doldurmadım. Nuhat bir liboş, Kerem ise sosyal demokrattı.

Mustafa'nın çizgisiz, kaytarmaya meyyâl, yakışıklı yüzüne ilk gölgeler düşüyordu.
Sakallı adam onu mu çağırıyordu? Bunu bilemeyiz. 3.sınıfta tek tük Deniz ve Yoksuli'yi de getirdiği film gösterimleriminin handiyse hepsine katıldı Mustafa. Sadece bizimkilere değil - Felsefe'ninkilere de.

III
3.sınıfın sonuna hafızamda yine de silik Mustafa: sabahları beni sıkıştıran, tahrik eden, sıcak gülümsemesini boğazıma dizen bir adam oluverdi Mustafa. Sorguluyordu. Biz kırıcı oluyorduk. Biz laf salatası yapıyorduk. O ise yaptığımızı sorguluyordu. İleri geri teptiğimiz koridorlarda pre-sokratiklik oynarken, bu adam da kim oluyordu? Burada madem itiraflarımızı yazıyoruz - bunlar açıkça konuşulacak : yer yer bezdirici bir sorgulama işlemine dönüşüyordu bu sabah istişareleri. Yine de yer yer kırıcı olduysam özürler ola..!!!
Mustafa'yı kanımca etkileyen unsurlar  - Bursa solunun içindeki Kürt dostları idi. Bu dönemde Mustafa'yı "Kemalizm karşıtlığı" ile hemhâlken görüyoruz. Ki Alphan dostumuz sıkı bir Kemalisttir. Ama eski bir ÖDP'lidir de. Ben ÖDP'den hazzetmem - Mustafa'ya karşı belki de bu yüzden kırıcı olmuşuzdur.

3.sınıfın bir bahar akşamı amfi-tiyatroda düzenlenen bir konseri birlikte izlerken Mustafa dostumuzla benim iflah olmaz bireyselciliğim üzerine söyleştik. Ama tabi konu orada kalmadı. Dikey ve yatay bütün kişisel Bursa tarihçelerimizi de halının üstüne döktük. Ortaklıklar, ayrılıklar, kırgınlıklar,aynı zamanda aynı yerde bi-haber olmalar, aynı dostlar farklı duygular, ıskalananlar, hiç umulmayanlarla dolu bir sohbetti bu. Dağınık kalplerimizi nasıl toplayıp birimiz kendini akşamın yalnız yurt odasına diğeri nasıl sarı E-12'ye attı, şimdi muğlak. Acıtıcı bir akşamüstüydü.
O günleri milâd belleyelim demek ki dostluğumuza: şehirde (ki ilkin tanıştığım Tıpçı dostlarım buraya "çarşı" der dururlardı - bu kelimeye bayılırdım) yürüyüşler, çaylar, siyaset sohbetleri ve uzun sürmüş bir yaza giriş. Son sene tam anlamıyla son sene olacaktı.
Şimdi o günlerdeyiz: Mustafa'nın büyüsünü sağlayan şimdi kavrıyoruz ki o çocukça ses tonuymuş. Tam da bizim kızdığımız şey - aslında Mustafa'yı indimizde Mustafa kılan şeymiş. Şimdi alıştık. Hepimiz durulduk - o da. Mustafa daha diyaloğa açık. Biz de. Birbirimizi daha rahat hırpalayabiliyoruz. Evimin baş konuklarından biri oldu zamanla Mustafa. Çok geceyi elektrik sobası ile sabaha erdirdik miydi? Kitap alışverişleri - "MIK" gecelerinin kasveti - (MIK'ta bir zamanlar tek bir niyetle oturmuşum, şimdi anlıyorum - sonraları Pelingül Arda vesilesiyle bir iki gece daha, ne zaman bu cafenin sokaktaki masalarına otursak başımıza bir uğursuzluk gelir). Şarap içtik Mustafa ile. Tuzlu balık yedik. Birbirimize kızdık. Hele ki tiksinç bir türkü bar gecesinin sabahında beni düpedüz haşladı. Mustafa'yı kızdırmak istediğimde hâl'a sol pantheon'a saydırırım. Kızar hem de çok.. Üstün'le göz kırpışırız.

Lakin ben Mustafa'yı sevdim. Hem de çok. Şimdi hayata karşı aynı saflardayız.
Mustafa o ses tonunu hiç yitirmesin. Yurt gecelerinde Yoksuli'yi yalnız komamak için yine bazı geceler beni yalnız ko'sun. Varsın henüz yazamadığım Muzaffer Oruçoğlu yazısı için pis gülümsemeler savursun ortaya. Su çatlağını bulur. 
Mustafa'yı en kötü ihtimalle "naif" diye tanımlayabilirim. Adil, mert, dürüst, dost canlısı ve naif. Bu elementlerin hiçbiri bir tanım içre feda edilemez. Gece yıldızlara feda edilebilir mi?
Ancak böyle bir bütünlüklü Mustafa portresi ile nezdimdeki Mustafa'ya ulaşabilirim. Ki her yorum kadar bu da yetersizlik taşıyacaktır. Okursa eğer, beni affedecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.