I
Örtük falan değil alenen şeker hastasıyım galiba. Sabah kalktığımda midem fena halde köşeye sıkıştırıyor beni. Bir an önce birşeylerle doyurtmak istiyor özünü. Hele ki o yakıcı hâl, sıvı bu sayede bir çekiliversin. İşte bu gibi durumların has dostu, kolikliklere neden olacak armağanı poğaçalar. Düzenli bir kahvaltıyı özleyen bizler için, kurtarıcı Tanrı hediyesi.
Bir kese kağıdına doldurduğumuz iki tanesini de gönül çıkınımıza katarak, püfür püfür sabah rüzgarı alan Çekirge Meydanından Hüdavendigar'a doğru çıkıyoruz. Murad'ların en birincisinin yanına. Orada bir bahçe. Bir avlu. Tanpınar'a rahmet okutturan bir şadırvan. Günün her saati demli, taze, has çay. Eh bir de poğaçalar var.
Bu sabah başka bir sabah. Tüy gibi hafifim. Günleri yorucu sıcağı bu sabah savruluvermiş başka yerlere. Erhan kardeşimin ikametgahı Tanyeli Apartmanı(ki dostluklar, dostluklar, dostluklar : amatör ters düğümcü tarihçi Sertuğ, Kayserili kardeşim İsmail, Muhittin ve biteviye gidip gelenler)..apartumana çıkan yokuş. İniyorum. Tatlı bir ahenkle. Her sabah tenime işleyen olmamışlıkla. Beni güne diri hazırlayan olmamışlıkla. Strauss'un valslerini dudağıma asıyorum. Yokuşu inerken kibrimi, irinimi, gecelerin tütünü ve alkolünü alan bu yokuşu inerken..
II
Bursa'da son sabah: kabul ettik bile!
Yattığım odanın balkonundan Çamlık'a bakıyorum. Üstüste dizilmiş mahallecikler. Sayfiye evleri. Bir adet yeşil camii. O bile bütün estetik dışılığına rağmen gözüme güzel gözüküyor. Burası bir vadi gibi. Rüzgarı koynunda büyütüyor.
Yattığım odanın balkonundan Çamlık'a bakıyorum. Üstüste dizilmiş mahallecikler. Sayfiye evleri. Bir adet yeşil camii. O bile bütün estetik dışılığına rağmen gözüme güzel gözüküyor. Burası bir vadi gibi. Rüzgarı koynunda büyütüyor.
Günün birinde yeniden geliriz. Gocunmak yok. Yeter ki gücenmeyelim, afra tafra yapmayalım. Susmaya adamayalım kendimizi.
Hastanenin köşesinden dönünce Hüdo orada işte. Koskoca Sultan'ın adına ettiğimize bak. Murad'ların en birincisine. Buradan Candan'ın cenazesi kalkmıştı. Burada değildin sen. Şimdi bale yarışması afişlerini süslüyor ürkek gülüşü.
Kimse yok avluda. Avluda anılar bile sıkıştıramıyor. Kendimle ve duru. Sadece Candan..onun da sureti - işte şimdi gitti. Rüzgar, her şeyi apar topar,kleptoman bir huzurla koynuna saklamakta. Güneş masaların bir kısmına erişebiliyor,o da alıştığımızın tersine yakmadan, yakamadan - karganın teki,kedinin teki: onlar da benim gibi. Sabahla ve kendileriyle cebelleşiyorlar. Pazar sabahını güzelleştirmek için varız üçümüz.
III
Çay..ne diyorum biliyor musun? Bu çay binlerce yıldır akmakta. Bardaklar, demlikler, ziyafetler, gece kondu sabahları. Porselenden, tüp üstü demliğe dek. Çay bize yitirdiğimiz huzuru veriyor. En hasından bir çay koliğim en azından. Ama şu mertebeye erişmek de bir namus meselesi gibi, bir gedik gibi olur yakında, açık yaralarımızda, reçinalı ağaç kovuklarında, parizyen gecelerde ve "kurşun vızıltılarında":
Çay..ne diyorum biliyor musun? Bu çay binlerce yıldır akmakta. Bardaklar, demlikler, ziyafetler, gece kondu sabahları. Porselenden, tüp üstü demliğe dek. Çay bize yitirdiğimiz huzuru veriyor. En hasından bir çay koliğim en azından. Ama şu mertebeye erişmek de bir namus meselesi gibi, bir gedik gibi olur yakında, açık yaralarımızda, reçinalı ağaç kovuklarında, parizyen gecelerde ve "kurşun vızıltılarında":
"Kendi kendine ardaşak kaçağı
Arada bir bakınır ne yaptığına
Süresiz kapılır tablolara yangelir
Ve oturdu mu bir masaya
Hakkını verir çay içmenin" (Cahit Zarifoğlu)
Arada bir bakınır ne yaptığına
Süresiz kapılır tablolara yangelir
Ve oturdu mu bir masaya
Hakkını verir çay içmenin" (Cahit Zarifoğlu)
Böyle, hiç olmazsa böyle oluvermek için. İşte Paşa Çiftliği. Biz Bursa Ovası'nın güzel günlerine yetişmedik diyebiliriz. O zaman bizi İstanbul yolu avutsun. Ona bakalım. Onda durulanalım. Bir bok yok, müşkülpesentlik edecek. Uykulu yoldaşlarımı yataklarında bıraktım, sabah 9, çay vakti, poğaça vakti. Şeker hastalığı tehlikesi esritiyor beni. Tanyeli Apartmanı diye vurgulu söyleyelim. Apartumanı.
IV
Benden başka kimse yok. Çayımı kendim alıyorum. Üşüttüm mü - masalar değişsin. Gazete falan da yok. Dedim ya: Bursa'da son sabah,hemen az önce, bu yazı, bu olayın 30 dk sonrası yazıldı. Sabaha "ömürboyu İstanbul". Nasıl bu kadar eminsin? Beni toprak çeker.
Tahta iskemlelerin her yanına ilişiyorum. Kokumu bırakacağım. Çiçekleri elliyorum. Ağaçlar rüzgardan yüzüme çarpıyor. Ne korkuyor ne de kaçıyorum. Kedere mahal yok. Sabahın simsarı ben olacağım. Herkes yatağındayken,peşi sıra getirdiği sabah senfonisini, en ilkel ıslıklarımla çalacağım. Bak yine sabah. Bak yine Bursa. Zerre hüzün yok. Coşku az şey midir, hele ki yer değiştirirken?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.