28 Temmuz 2007 Cumartesi

Öykü: Dönülmez Akşamın Ufkunda

Yeni Camii'nin önünde güvercinler. Sigara içmenin sıcakta, çok sıcakta ve rüzgarda bir ehemmiyeti yoktur. Ne içtiğinizi bilemezsiniz ne de olsa. Ama nasıl bir gündü değil mi mirim? Begonvilleri sulayan kadını anımsa. Kahve içtiğiniz akşamları. Sen inadına konyağını cebinde taşırdın. Gündüzleyin sulanan çiçeklerin safası akşam sürülürdü. O balkonlardan, o fakir semtten, dar sokaklardan kendini verirdi bize, ıslak ve yıpranmış Haliç manzarası. Daha da güzelleşirdi akşam. Fakirlik güzelleştirirdi akşamı. Hücuma geçti mi ezan sesleri her yerinden şehrin, rengarenk, intikamsız, artık dünya intikamsız da yaşanabilir dersin hem o anda, inan bana, akşam gerçekten güzelleşirdi. İnsafsız renkler, mor-turuncu. Sohbetler ağırlaşır, göz kapakları gibi. Kutlama ritminden kutsama ritmine geçeriz. Radyo-3'ü aç der, kadın. Yeni sulamış begonvilleri. Geçen akşam tutturmuştu, "sinemaya götür" beni diye. Onu hiç kıramam.


Organlarım acıyor, şimdi akşama düşen notaların ışığında. Organlarımı tutuyorum, durduk yere. Kendimle değilim ama, bunu bilerekten. Çünkü böyle kadınlar, doldururlar insanın hayatını. İnsana da yer bırakarak ve intikam almazlar sizden. Bunu da anlıyorsunuz neyse ki, nihayet. Ardından uzun sigaralar gelecek. Kömür kokuları. Çocukluğumun mahalleleri - okuldan dönerdik: 3-4 arkadaş. Yitmemiş cinsellik, tıka basa. Biz bizleydik, o zamanlar. Kabul et, korkmazdın Kürt dolmuşçulardan. Kendilerine kalan parayı artırmak için daha fazla tur yapmak zorundadırlar - hızlı giderler o yolu. Korkarsın. Korkarsın bir gün Şişhane'den Kasımpaşa Stadı'na uçmaya. Bir dolmuşun içinde. Korkma - her insan bundan az çok korkar. Her insan sabah ezanından, sonbahar parklarından, caz'dan, felaket hikayelerinden korkar. Ondan büyütür anneler kızlarını, saçlarına zamklanmış elleriyle, pardon saçlarını okşayarak. Ne diyordum: bazen hoca çok yüksek sesle okurdu ezanı, orda, eski mahallemizde, küfür ederdik. Votkanın içine fesleğen ve  limon atan, atıveren delikanlılardık fena mı? Hoca uykumuza ederdi, arada çirkin uğraşlarımız yarım kalırdı ezanla. Ne bileyim işte, ayşe kadın pişerdi ocakta. Domatesli, zeytinyağlı kokusu ele verirdi yazı. Yaz akşamlarını. 

Ter içinde geceler. Şimdi kese kağıtlarıyla sebze-meyve taşıdığım bu evin yükünü o zamanlardan bilirim ben. Gece radyolar dinlerdik, evlerde. Herkes ve her şey çekildiğinde, uzak ülke frekansları kalırdı, gece ile aramızda. Uzak sesler. Uzak semtler. Ağlardı, Süreyya. Uzun boyunlu kadın. Sigaramızı paylaşırdık.Süreyya: suriye kraliçesi. Padova gülü süreyya. Şimdi bu uzak verandada, bak Patrikhane o bina değil, o Rum lisesi: sizler hep aldanırsınız. Güvercinleri anımsa. Kahve kokulu çarşının dibinde daha başlar, kuş gübresi kokuları. Sonra tramvaylara binersin. Camına burnunu dayayıp, hele bir Portekizli kadın binse de aşık olsam ona, aşık olsa bana ve götürse beni buralardan: ora Lizbon'dur. Oranın da bir köprüsü vardır. Bizim boğaz köprüsüne benzer. Anlamlı bir köprüdür. Siyaseten 25 nisan köprüsü galiba: Salazar'a karşı. Ama şu hikayeyi de dinlemiştim. Hani fadolar vardır ya, Amalia Rodrigues'ten falan dinlediğimiz, işte o fadoların varlık nedeni olan o "yanık kadın sesleri" kocalara, denizci kocalara ağıtmışlar. Hani Portekizliler denizci millettir.

(Asım Usta'yı hatırlar mısın, meydanda, ne güzel pide yapardı) - işte o kadınlar o kadar çirkinmiş ki, kocaları gönüllü gidermiş denize. Peh, saçma. Gel Portekizli kadın kurtar beni. Kadın sustu, ben anlatıyorum ya. İşte böyle ben anlatırım. Dinle Süreyya'yı. Suriye Kraliçesi Süreyya, bir gün, "topunuzun a.ına koyayım" deyip, bastı gitti. Çıkartmadık bodrumlarından. Peri oldu. Melek oldu. Yarasa oldu Süreyya. Bulamadılar bir daha. En sevdiği meyvelerden ko'duk kese kağıtlarına, evlerin paspaslarına: kayısılar, kuru üzümler, incirler, çıkmadı. Gitti, puff, gitti. Puff, oldu. Kahve varsa, konyak. Akşamüstü ise ama, ille de fesleğen ve limon. Votka. Ama fesleğen yetiştirmek güzelleştirir bir kadını. Hele ki Salı pazarından alacaksın. Ama ünlü olanından değil. Salı pazarı çoktur. Her yanını Salı pazarı bürümüştür şehrin. 

Radyo-3 açık kaldı, kapat lütfen. Schubert'ler falan. İçim bayıldı. Fasulye oldu, şimdi masaya getiririm, akşam indi. Süreyya'nın anısına "nazdrovia". Begonviller kokuyor işte. Akşamı bulduk, indi akşam da bizle. Güzelleşti, güzelleştik. Çek raftan polisiyelerden birini, oku usul usul. Gece böyle de bir yer olabilir: farklı ezanlar yükselir demiştim ya (demiştik) her yanında şehrin, herkes birini duyar. Biriyle yetinmez. Ruhu geniş olanlar, Manisa'dakini, Edirne'dekini, Bursa'dakini bile duyarmış. İnançlı kadınsın vesselam. İşte bunu seviyorum. Safça bir inanç. Kibirsiz bir inanç- didaktik olmayan. İstemem Portekizliyi, Süreyya'yı bu gece. Onlar duyacaktır, ezanlarını, fadoyu, belki Schubert'i. Böylesi hepimiz için iyi olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.