21 Ağustos 2007 Salı

Öykü: Sururi Zâl





Kahve sevmiyordu Sururi Zal. Nasıl bir dedektiflik ilmiyle gidip geliyor. Kendisine yakıştıramıyor çevresi, bu raconsuzluğu. O yüzden çaylara dadanıyor. Sekreteri hard bir kızıl. Ama uyuzun teki: üstelik de menopozlu. Sabahları Hekimoğlu Ali Paşa Camii'nin haziresinde kedileri seviyor,Sururi Bey. Sonra, öğlene doğru ofisine geliyor. Masaya gazeteler yığılmış. İlk çayını hızlı hızlı içiyor.Köşedeki pastaneden alınmış, kaşarlı poğaçayla. İkinci ve üçüncü çaylar: ağız tadınıhazırlıyor, güne. Halit Refiğ'in "Gurbet Kuşları"nı döne döne izlemiş.Sekreteri hard kızıl Tomris'le, biliyoruz ki arada sevişiyorlar: sevişiliyor. Tomris gazeteleri önüne getiriyor: bu öldürülen 5.sosyoloji asistanı. "Hmmm..". Liste daha uzun olabilir. Çok garip. Bak Sur, biri Mersin'de, çocuklar da söylüyorlar, evinde ölü bulunmuş, 26 yaşında erkek,  Kürtçüymüş. Peki ya ikincisi? O da Ankara'da. Atatürk'e "o adam" diyen hocaya imza atmış fi-tarihte, derslere geri dönsün diye. O da kadın. 29 yaşında. Hala asistan mıymış? Evet, bu ölümünü hafifletir mi? Buraya kadar olanlar hem garip hem değil: yani hem hoşnutsuzluk duyacak insanları çağrıştırıyor hem de çok ufak şeyler bunlar - insanı ölüme dek götürmez. Tehditleşmeye gidebilir ancak. Üçüncüsü: o İstanbul'da..eşcinselmiş. Şişli'de arabasına aldığı genç bir oğlan öldürmüş onu. Yani gazeteler öyle diyorlar. Bu gazetelere güvenmek lazım mı sence Tomris? En azından yegâne işaret şimdilik onlar. Demek ki bu haberleri düz okumayacağız. Ne kadar bozarsak o kadar iyi. Sen bir çay daha getir en iyisi.

4.ölüm bir intiharı çağrıştırıyordu: genç esmer bir adam, Beşiktaş'ta 400 milyonluk evinin, pis bir ev, arka odasında kendine kıymıştı.(Görünürde). Bir defter bulunmuş yanında: puslu odalarda yaşayan her sosyoloji asistanının kendini bir akşamüstü öldürmeye hakkı vardır" yazıyormuş. Küçük harflerle, iddiasız harflerle. Sururi Zal, en hasından bir Ballıca yaktı. İçmeye başladı: sık nefesler, sigara kül tablasına hiç konmadı, bu sürece. Peki ya 5.Ölüm? Hepsi hepi topu 20 günde olmuştu. Bağlantısız şeylerdi. Mersin'deki olay yolun ortasında gece vakti işlenmişti. Asistan gece  kaşarlı-salamlı sandviç ve bira almak için en yakın Tekel'e gitmişti. Dönüşünde kalbinden bıçaklanmıştı. İlk olarak genç, yırtıcı, zorba siyasi örgütlerden şüphelenilmişti: Bilge Karasu'nun "Gece"sindeki gibi dedi, Tomris. Hikayenin entelektüeli Tomris'ti. Sururi Zal, bu taraklarda bezi olmayan bir adamdı. "He he" dedi. Burdan birşey çıkmıyordu.

İki gün sonra asistanın cenazesi Tunceli'ye gitti. İkinci ölüm ise, Ankara'nın göbeğinde gündüz vakti gerçekleşmişti. Sitelerle dolu bir semtte,yakıcı bir öğle vakti, asistan yine kalbinden bıçaklanmıştı. Yanında bir not bulunmamıştı. Asistan öleli 20 gün olmuştu. İki bıçak - iki kalp. Tomris güldü, alayla.Aşk cinayeti mi? 3.cinayetle birleştir bakalım. Yo, o kadar kolay olamaz. Bu klasik bir ten hikayesi değil. Hem biri erkek biri bayan yani mağdurl maktûle dönüşürken aynı metodları mı izlemişler sence? Hem iki ayrı şehir: aynı metod- ayrı cinsler. Ki 4.ölümle hiç alakası olmadığını da kabullen. Bunlar rastgele seçilmiş isimler olsa bile: sosyoloji asistanları olmaları yeterince ürkütücü. Düşün ülkenin dört bir yanında aynı görevi yapanlar nasıl endişelidirler? Belki de evet.. Üç ölümü kabullensek bile, eşcinsel hikayesi sorun çıkarıyor bu kez. Bundan neden ve nasıl bu kadar eminiz? Yani pekala asistanın böyle bir yönelimi olsa da, yine para falan değil tutku hikayesi olabilir bu. Bir Mersin, bir Ankara iki de İstanbul. Bu ürkütücü. Yani sence katil bir rota mı izliyor Tomris? Tomris çapkınca güldü. Belki de " dedi.

Dedektif Sururi akşam soluğu o köhne dairede aldı. Gerçekten de bu dairede ölünebilirdi. Ama bir yandan da burası Beşiktaştı. Şehrin göbeğiydi. İyi zaman geçirmek isteyen insanlar için, biçilmiş kaftandı. Bir kez Taksim'e yakındı falan filan. Sururi Bey, kanıt bulamadan evine döndü. Ayaklarını yıkadı. Tv'ye bakarken uyuya kaldı. Kapıcı Resul Efendi, gazete ve ekmeğini kapıya bırakmıştı. Telaşsızca, bir Ballıca yakarak ekmeği alıp mutfağa koydu. Ve dolaptan buz gibi bir bira açarak (arada böyle gariplikler yapardı), gazeteyi açıp kanepeye yayıldı. "seri katil E.Ö yakalandı." Mersin, İstanbul ve Ankara'da genç asistanların ölümüne sebep olan E.Ö yakayı Bursa'da ele verdi. Sururi'nin aklına Tomris'in rota fikri geldi. Ne yani yazın güneye mi inecekti bir de? Belki başladığı yere dönecekti.

(Şimdi şöyle bir parantez açalım: Dedektif Sururi Zâl'ın hikayelerinin yazarı o kadar kötü bir roman mimarisi ve özellikle de  o kadar kötü bir polisiye meraklısı ve yeteneklisi ki, burayı gövdeye teyelleyemedi - yani niye oldu, nasıl oldu, neden dedektife iş düşmedi bu bir vesile miydi falan: işte bütün bu sorular yalan ve yaban oldu usulca). Sorguda E.Ö, Tuncelili Ahmet'i Kürtçü olduğu için öldürdüğünü itiraf etti. Sururi gülümsedi. İnanmamıştı. Bu işin kolay yoluydu. Peki ya Yeşim Kargıcı'yı neden öldürmüştü? Bir ayrıntı gözden kaçmıştı. Yeşim Radikal 2'ye yazdığı bir yazıda Ahmet'in ölümünü bir takım örgütlere bağlayan bir ton tutturmuştu. Bu E.Ö'nün gözünden kaçmamıştı. E.Ö en cevval hâliyle otobüse atladı ve gitti, gündüz vakti Ankara'da cafelerden çıkıp evine giden Yeşim'i öldürdü. Peki dedi Sururi Zal: Tomris çoktan uyanmıştı. Gece 2 gibi eve gelip yanına girmişti. (Şeytan ayrıntıda gizli midir?). 
Ya Berke Böbürlen'in yani şu eşcinsel asistanın ölümü. (Dedektif Sururi gazeteyle konuşuyordu). Albatros birası bitti. E.Ö İstanbul'daki ilk gecesinde Tarlabaşı'nda Şenol'un birahanesinde bir arkadaşıyla buluşacakmış. Ha Şenol'un birahanesi neresi mi? Entellerin mekanı var ya, hani Şiirci mi ne? Oradan bakınca gözükür. O esnada kendine laf atan arabadaki herifin arabasına atlamış, nezihmiş-telefon edip arkadaşından özür dilemeyi de geciktirmemiş, adamın Beşiktaş'taki evine gitmiş, kapıdan girmiş, hani ihmal de etmemiş bir kadeh konyağını içmeyi, sonra herif soyunup geldiğinde de bıçaklamış. O da mı kalbinden yoksa? Evet.. Yani maalesef. E bu asistanların sonuncusu?

Cevat Alyuvar mı? O çok duygusal çocuktu. Onu medya yakıştırdı. O içli bir çocukmuş cidden. Sonra E.Ö medya üstüme gelirse, Hrant Dink'in katilini de söylerim" demiş. Sence akli denge bozukluğu mu? Hayır, sanmam. Gayet zeki, estetik ve edebi bir katilmiş. Ne demişti şu Cevat Alyuvar: her sosyoloji asistanının kendisini bir akşamüstü öldürmeye hakkı vardır. Helal olsun şu Cevat'a. Onun tam bu silsile içinde intihar edesi gelmiş. Şanssızlığı dirisinin yakasını bırakıp ölüsüne bulaşmış. Ölümüyle herkese bir mesaj bırakmak isterken saçma sapan bir cinai hikayenin nesnesi olmuş. Tomris gülerek: "Evet o da 20'lerinde hisli bir adam, çok dayanamamış, hem düzene hem düzensizliğe hem aşk acısına karşı bir performans sanatıymış bu". Sururi Zâl, anlarmış gibi "hehe" dedi.

E peki ya 5.kurban adayı: hani şu Bursa'daki. Tomris reçeli masaya koyarken, "asıl edebi olan o ya" dedi. Bütün hikaye orada büyüyor. E.Ö plansız bir adam - farkında mısın. Otobüse atlayıp cinayeti işleyip, yoluna devam ediyor. Planlılık yani bu hayatın asli unsuru ona zor gelmiş. Hep tesadüfi imiş yaşamı. Evet belki de. Peki ya son kurban? Onu bir dost vesilesiyle duyuyor: son asistan bir dost sohbetinde "planlılıktan yakınıp, ben hep yakın planlar yaparım " diyor. Bu daha iyi. E.Ö'nün kulağına gidiyor, bu. Farkettiysen, E.Ö aslında mağlup, medya onu seri katil diye lanse ediyor. Taylorist katil. Yes. Evet, karşıtına yeniliyor desene E.Ö. Bilakis, diyalektik bu. Şöyle diyor: onunla plansız bir sohbet edip, sonra da öldürecektim. Böylece ruhu özgür kalabilirdi.." Ha bir de Bursa'daki kurban adayı, Cevat Alyuvar'ın Beşiktaş'taki evinin eski kiracısıymış.

Sururi Zâl, bir albatros birası daha açıyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.