Mecidiyeköy'de ay doğar. ve başka neler neler olur..
2005'in bir yazı. suni çimler arkasına gizlenmiş birahanede hasbelkader bira içtiğimiz bir öğlen. başka neleri gizler? hınzır sanılan ama sadece sanılan sorular. "susan sontag'ın taharet alıp almadığına dair?". ve bütün hürriyet'in arka sayfa kızlarına duyulan şehveti ketleyen aynı soru: "ne güzeller de taharet alırlar mı?". anlarız, doğan sadece ay değildir. bir fotoğraf 2005'in o yazından. ve başka hınzırlıklar: "başka kaç yazı olabilir 2005'in?". bir alacalı soru denemesi. nelere toslar? ayakların itiraz ettiği bir de etmediği evler vardır. bazı yokuşlardan inildiğinde varılır hobbes'un evine. serdar. tenin binbir rengine hükmeden bayır abisi. kırılganlık yoğ idir bu evde. yoğ idir. tenin her tonuna hükmetme arzusu. 2005'te o fotoğrafta bol sakallıyım ve bira içiyorum. sontag'ı okuduğumda bu soru aklımdan bir puhu kuşu gibi süzülerek kadrajın dışına çıktı. sontag'ı o göztepe evinin kütüphanesinde buldum. geçen bayram mı? yine göztepe istasyonu. bu kez bahar. uzun uzadıya kemiriyor soylu güzelliği ve yine bol sakallı muharrem abi'nin. sonra arzu bir gazetede olgun ve kentli kadınların göz kaçamağı selçuk yöntem'i gösterdiğimde "muharrem abi değil mi?" diyor. evet, ne çok benziyor. geçen bayram göztepe istasyonunda anmıştık muharrem abiyi. nam-ı diğer; mori. güz marx'ı. keynes'ten nefretimizin 21.sebebi olsun: keynes iktisadından muharrem abi çıkmaz. not edelim. belki bir james joyce olabilir ama bir muharrem abi olmaz.
göztepe istasyonuna düşen çiğ ışık. aydınlattığı olmamışlık.
eda'nın nikahındayız. muharrem abi'nin durgun hali içime işliyor. ayrılıyoruz.
sonra, yenimahalle'deki o evin kahramanları nerede şimdi? king crimson çalarken ufaktan, kot pantolonların altında cinsel organlar geceyi imliyor. roland barthes? tevbe. aklımızda o sinsi yenimahalle evi. tren istasyonuna bakıyor. ot kokuyor. eda'nın nikahının duru güzelliğinden sonra kahramanları çok uzaklarda ölmüş ve belki de hiç yaşamamış olan bu eve geliyoruz. üstelik cemil meriç'in göztepe'de yaşamış olma ihtimali bile bizi rahatlatmıyor. sanılar dedik ya. çok engin gönüllü bir dostum: "hayat sanıdır" diyor. sanıldığın kadar varsın. seni sandıkları kadarsın. hakikat madem yoğ idir. madem olmayacak idir. o zaman sanıların bizi razı ettiğince yaşıyoruz, diyor. kafa sallıyorum. filozofi sevmem. rezene çayı içilen o huzurlu öğlesonlarının içinden bir sese, hele ki, hiç itimad edemem.
yaralanıyoruz.
bunca ve böyle.
kahramanlarımızı kaptırdık. dindik. başka eylemsizlikler hasıl oldu. şimdi çok başka ve çok uzakta kaldık diye. bunlar oluyor. böyle oluyor. ama neden? ve hiç inandırıcı değilsin. sonra başka öğleler. başka akşamlar. birbirini derin bir ahenksizlikle takip eden. rahatsız eden. rahatlatan.
yaralanıyoruz.
bunca ve böyle.
kahramanlarımızı kaptırdık. dindik. başka eylemsizlikler hasıl oldu. şimdi çok başka ve çok uzakta kaldık diye. bunlar oluyor. böyle oluyor. ama neden? ve hiç inandırıcı değilsin. sonra başka öğleler. başka akşamlar. birbirini derin bir ahenksizlikle takip eden. rahatsız eden. rahatlatan.
o engin gönüllü dost bazen de rahatlatır ama. o çiğ ışığın üşüttüğü ruhlarımızın aslında hiç olmama ihtimali bir rehavet verir. bir anlık. yine ölü doğmuş şairliğe tekil bir an bile olsa ulaşabilme ihtimaliyle aynı dost: "sahi muharrem abi hiç yaşamış mıydı?" diye sorar.
sonra bir şey daha öğrenirsin. kıymetsiz bilgidir.
romancı alper canıgüz akrabanmış.
mecidiyeköy'de bir kez daha ayın doğuşuna dek neler neler var?
filozofi ve şiir. aynı yatakta huzursuz kıpırdanmalar.
Resim: Mehmet Güreli
sonra bir şey daha öğrenirsin. kıymetsiz bilgidir.
romancı alper canıgüz akrabanmış.
mecidiyeköy'de bir kez daha ayın doğuşuna dek neler neler var?
filozofi ve şiir. aynı yatakta huzursuz kıpırdanmalar.
Resim: Mehmet Güreli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.