6 Mayıs 2009 Çarşamba

Sosyolojimizin Bittiği Yerde

Hayat bilgisi işçilerimiz su misali saklıdırlar ve derinden akarlar. İş bölümüne inanmazlar ama
iş bölümü titizliğinde yaşarlar hayatı.  Şöyle demek doğru geliyor, hayatı hayatlandıranlardır onlar.
Sosyoloji bir yanılgıbilim olarak göze çarpıyor. Cumhuriyet'ten daha yaşlı, Cumhuriyet'e giden yolun duraklarından biri.
Bu dolayısıyla sosyolojide Cumhuriyet'in ergenlik sivilcelerini, çocukluk alerjilerini gözlemlediğimiz manasına da geliyor. Sorun şu ki; Cumhuriyet ergenleştiği konusunda bizi ikna edemedi. Peki ya sosyolojimiz?

Ziya Gökalp gibi hataları ve sevapları ile bir müstakil figür, bir ada orada boylu boyunca dururken en iyimser tavırla sosyolojimiz ona düşülen şerhler gibi duruyor.

Profesyonelizm tutkusu, iş bölümü obsesyonu, disipilinin mutlak bir nesnesinin var olduğuna duyulan aynı mutlak inanç. Sosyolojimize damgasını vuran genel tavır bu. Yine de modernleşen ülke, az gelişmiş olmak, gelişiyor olmak - bu tavırla paralel bir "olabilir" sorgusunu beraberinde getirdi. Köy sosyolojisi, ardından 70'ler,siyasi hayat ve tarihçiliğe soyunurken aslında sosyologluğa da soyunan planlamacılar, ideologlar, iktisadçılar.. (Doğan Avcıoğlu, Yalçın Küçük). Sosyoloji her yerde ve hiçbir yerdeydi. Bir yanılgıbilim oluşunun nüvelerini burada buluyoruz.
Sosyoloji öksüz kaldığında daha doğrusu yerine sığ bir medyoloji ikame edildiğinde, bütün o profesyonelizm tutkusu, iş bölümü deliliği, temellendirme telaşı "toplum"un incelenmesi ve adına hükümler verilmesi gereken bir "nesne" olduğuna dair mutlak inanç hem "akamete" uğradı hem de YÖK'le birlikte yerini buldu. Odalara hapsoldu. Sosyoloji bölümleri ağlama duvarlarımızdır. 7/24 yakınma, kadrosuzluk, parasızlık vs üzerine uzun nutuklar.. "İnsan Tükenmez" Fethi Naci'nin bir kitabının adıdır. Sosyoloji bölümlerimize ufaktan bir ziyaret gerçekleştirirseniz ısrarla tükenen ve tükenmişliği ile tüketen insanı görürsünüz.
Sosyolog diye bir sıfat yok. Sizin adınız "sosyoloji" bayım. 12 Eylül bize "sosyolog" demiyor. Bir ağlama ve sızlanma nedenidir. Daha da çok bahanesi. Hayatımızı tanımlaması için 12 Eylül'e minnet duyamayız. Oralardan bir çözüm çıkmayacağını anladık, anlıyoruz. Sosyal çalışmacı, sosyal hizmetçi. Perspektifsiz, sosyolojinin bakışındaki püf noktalarından habersiz, "çözüm odaklı" ve oldukça kötümser yaklaşımlar olarak göze çarpıyor.
Sosyologlarımız öğretmen olarak Güneydoğu ve Doğusuna gidiyorlar şu diyar-ı cumhuriyetin. "Oraların yitip gittiğine dair bilgilerle dönüyorlar.." Bir projeksiyon olarak Cumhuriyet ile bir obsesyon olarak sosyolojinin bitişini muştuluyor bu kafa karışıklığı.
Bir şehir efsanesidir. Sosyologlar insan kaynakçılığı ve halkla ilişkilercilik yapabilirmiş. Oğuz Atay "mış gibi" yapmak diyor. Yapabilenler yapıyor.
Tez yazma, akademizm ve mümkünse günün birinde kadro bulma diğer seçenekler. Buralardan mutluluk üremediğine dair örnekler günden güne çoğalıyor. İstek, şevk ve "yapabilme arzusu" koridorlarda yerle yeksan oluyor. Artık kitaplar gitgide daha çok mide bulandırıyor, tavuk götü kokuyor ve ard odalarda sosyoloji asistanları, öğrencileri intiharı düşünüyor.
Cumhuriyet kimsesizlerin kimidir!
O halde Cumhuriyetin dekadanları kimlerdir?
Bütün bunları yapamayanlar ya da bütün bunlara razı gelseler de sokaklara inenler. Selülözden damıttıkları bilgilerle yetinmeyenler, hayatın pratik değil teorik bilgisine avuç açanlar usuldan oluyorlar. Bir "olmalar atlasını" arşınlıyorlar.
Neden hayatın pratik bilgisi değil?
Bir sigorta şirketine gidersiniz ve makus talihiniz sizi "satış danışmanı olmanın" eşiğine getirmiştir. Ve sorulur; "Satabilir misiniz? Para ayıdadır.."
Hayatın pratik bilgisi sokağın bilgisini sokağa karşı kullanmayı gerektirebilir günün birinde. Yapmamaktan etik doğar. Etik "hayır"dan doğar. Teorik bilgisi ise bizi "hayat bilgisi işçiliğine" taşır.
O yüzden romancı diye ayrı bir kategori, bir profesyonalist alan yoktur. Hayat edebiyattır. Hayatın bilgisini zorlamak bir çeşit işçiliktir.
O yüzden istiyoruz ki sosyolog diye bir ayrı alan, bir sıfat da olmasın. Kimsenin zaten hakkını vermediği, incelikli bir tanım getirmediği bu insanlar bu sıfatın peşinde ısrarla koşmasın. Bulundukları talihsiz konumun, öyle olması gerektiği için öyle olduğuna ikna olsunlar ve dünyanın en muhafazakar bilgilerinden biri olan bu durumun bilgisini devrimci bir bilgi olan "hayat bilgisi"ne dönüştürsünler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.