Paralel Yengeç Okumaları Denemesi..
0.75
Aziz dostum Başak da olmasa bu gönül ve zihin, paçozlara kapısını kapatan Orta Çağ kentleri
gibi kapısını kapayacak astroloji olaylarına - oysa uzakta kırlar vardır: karıncalar, yusuf-
çuklar tül böcekleri, sincaplar, serviler, büyük hüzzamlar, güneş, ay, büyük ve küçük ayılar..
Yeşilin içinde karılarına bekaret kemerleri geçirmiş ve huzursuz şövalye artıkları. Yahudi
tüccarlar, hanlar, kümülüs gözlü ceylanlar vardır. Bütün bu olaylar, gökyüzünde toplanır.
Gecede kıvamlanır- bütün ruhları kaplayan sonluluk tohumunu rahmimize atar. Gece uyku tutma-
dığında gecedir. Sesler, gökyüzünde eşlik etti, ışığın karanlıkta deldiği mecnun ilmine.
Ateşi yüksekliğe koyan, suyun dibini gösteren, toprağı işleyen ve havayı soluyan kesif
gecenin akranlarından hesap sordu bütünlük düşüncesi. Kesildi, yalancı dilencinin kolu.
Yüzler güldü. Bir sürü sembol düştü, hesapsız. Dağıldılar insanların gönlüne. Gece sakalını sıvazladı.
Tümsek belledi ölümü, hayat. Hayat orda başlasaydı...
I
Proust, Paris evlerinden birinde - dandyler, soylular, yosmalar, bohemler. O saatte ışığı yanan
Zaman nasıl birşeydir: bize bunu bir koku bile öğretebilir. Ve tarih hep var olandır.
Çaya bisküviyi batırdım. tarih üstüme geldi, ağladım. Yine de buradayım - bu adamların yanında
Kesif olan acı'dır. Keder derinlerdedir, tarihtedir. Bunu bize, yanlış arzular öğretebilir mi?
Tarihle yaşayan tarihi sonlandırma dürtüsü ile tarihin sonlanmayacağı özlemini birarada götürür
sepetinde. Sepetinde bol miktarda bisküvisi de vardır. Sabır vardır. Telaş vardır. Yazma hırsı
ve fırsatı vardır. Acı ile yazmak beraber girerler, yanlış gerdek odasına.
(Kayalardan bir kıskaç gözüküyor. Şile'de dalgakıran'da. Öğle sıcağı).
II
Walter Benjamin,Moskova sokaklarında yürüyor. İçinde Asia Lajcis'in kederi. Hâlâ ışığı yanan
kahveleri, soğuğu, devrimi, tiyatroları ve sokak satıcılarını görüyor. Keder daha da mı büyüyor-
yoksa yansıması mı her şey eni konu kederin. Gövdesinde, Paris pasajlarını arşınlayan
"flaneur"ün terbiyesizlik ilmi - kötülük kanaviçesi, ışıksızlık özlemi, ardında tarihin
tek kollu isyankar savaşçısı. İnce ince işliyor atelyesinde kederi. Tarih cıva gibidir.
Kendi kendine akar. Bazı yerlerde derinleşir, arşa çıkar - bazı yerlerde sinsileşir, gömülür
midye gibi içinde. Ama coşma ile susma arasındaki bu hâllerdir aslında tarih. Keder buradan
büyüyor. Günlerden Pazar. Ve hâlâ bekliyoruz. Mesih'i. Kara kurdelalı kızların gülüşünü.
Acı kında büyüdü- derinleşti. Oysa keder geçmek bilmez. Arşınladığın asfaltlardır tarih.
Bina cepheleri, senfoniler, not defterleri: ve intihardan korkmaktır. Bir sayfaya 100 satır
sığmayabilir.
(Kayalardan kıskacı taşıyan cılız kol gözüküyor. Kütür kütür. Ve ağalık taslayan).
III
Hınzır gülümseyişine eşlik ediyor keder, orta yaşlı bir adamın. Çeşmenin başında suyun sesiyle
kucaklaşan geçmiş, olan'da olmayacak olanın izini arıyor. Taştaki yosundan hesabını soruyor
bir medeniyetin. Üç koldan yürüyen bir dinginliği özlüyor, adam. Saçları kırlaşmış. Bizim kaderimiz
Debussy ve Wagner'i sevmek, Mahur Beste'de kendimizi bulmaktır. Bizim kaderimiz bizim kederimizdir.
Aslına rücû etmeyi dileyen yaslı taşın, yanı başında biten yürümekler. Birden içime amansız
bir keder düşüyor. Tarihin koluna tutunarak kendine geliyor. Kahveci şadırvana bir gül takıyor.
Kahvemi masama getiriyor. Musiki'de canlanıyor bir büyük hareket, mimaride arşa varıyor bir büyük
ruh.
(Yengeçler tiz seslerle karanlığı döverler. Kendini ezecek ayakları beklerler, ağalıkla).
IV
Prag o yüzyılın sonu ve bir sonraki yüzyılın başında hep karanlıktı. Hep kıştı. Berlin'e gittim.
Değişen birşey yok. Zayıf bedenimin gömüldüğü cinsellik, nişanlısına dokunamayan bir erkek imgesine
toslar. İmgeler birbirini besler. Yani karanlığı. Uzun çarklar görüyorum. Fabrikalar. Takıntılı geceler.
Yıpranmış insan yığını. Ve biz ölüyoruz. Kara kuru, Yahudi gözlerimizle. Ufak parmaklarımla masaya koyduğum
Tevrat'ı elliyorum. Kapağını açmaksızın. Uyumam lâzım. Yarın dairedeki işler beni bekliyor.
(Yengeçler dönüşemeyen hayvanlardır. Dönüşme hayali ile tutuşurlar. Ancak gece)..
V
Defterleri bürüyen tüyler, yarı boş bira bardakları, uzun geceler, Boğaz sabahları, tufan sonrasının
ilk günü gibi her şey. Zihnim, karıldığı maddeyi arıyor, büyük boşlukta. Usulca dolacak öğlene
yalancı. Papatya çayı pişirdim. Ben ile. Sen ile. Ben vardır. Vardır ben. Ben tarihtir. Sarı
yaprakların arasından günüme düşen suskunluk. El kalemden ayrılmadıkça, bitmez hikaye.
(Yengeçler, intikamcıdırlar. Uçucu bir intikam. Ölene dek sürer giderler. Yengeçler çabuk ölürler).
VI
Dolaştığım kentler, kapandığım odalar, dizdiğim kelimeler: hepsi buhranın sonuna kilitlendi. İçine
girip de çıkamadığım o akışkan şey. İçimdeki yabancı. Nereye gitsem peşime taktığım güneş simyacısı.
Karanlık odalarda çalışan bir güneş simyacısı. Kendimi bir bazilikanın soluksuzluğunda düşlüyorum,
bir ben daha buralarda dolaşıyorsa eğer - kedere kilitleniyor, dereye atılan ölüler, iktidarın
somut belleği, içime akan kan..çağlar sonrasından.
Beni tanımak son şansın diyorum. Ben benim diyorum, beyhûde.
VII
(Yengeçler kayayı ele geçirmekle denizi boylamak arasında,
yengeçler tarihe gömülmekle tarihten gelmek arasında
susku ile coşku arasında
gitmekle gelmek arasında
bir bahtsızlık familyasının pimpirikli ulaklarıdır).
Ve şöyle dedim kendime: iki yüzlü olmakla suçlanan yengeçler - ki bu suçlama haklı olabilir,
haklarının yenmesine bir yerde ses çıkarmalıdırlar. Yengeçler, hasta ikizlerini arka odaya kapatıp
yeri geldiğinde boğmak isteseler de, bunu hiçbir zaman beceremeyecek bir kabuk içine sahiptirler.
Yan yan ve tarihe doğru..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.