I
aynı şefkat,
merhamet, şehvet ve nezaketle bir kez daha koyulduk yola.
sinsi bir murat davman estetiği uğruna sarfettiğimiz mesainin yekunu ile bir
picasso eskizi de bir nermi uygur kitabı da alabileceğimizi fark ettiğimizde
dünyalar bizim oldu. işte bu dolaşımın ve tecimin ve şiirsel olmayan her şeyin
yüce zaferidir, dedik. keresi ve dahisi sancılı ve nikbin ruhlara merhem
niyetine büyüttüğümüz bu murat davman estetiğinde de sanırsam ki
boğulduk.
umalım benim sanımdan ibaret olsun hayat.
böyledir. irin tıkadığında bütün yolları, günyüzünü bulduğunda kriz, düşüncenin
keçiyolları açılmalıdır, demişim iri-iddialı ham laflarla. İnşa sürecinin
kahrolası harç koyucularından, siyaset yapıcılarından biriyim ben. Şehvetime
delalettir.
Bunu
bir Kasımpaşa kahvesinde söylemiş olmalıyım.
İsa Kasımpaşalıdır, diye umalım. Kasımpaşa sokaklarında yürürken
ayakkabılarımın tabanlarına rastgelen ve usulca onları okşayan çiviler bana hep
İsa'yı hatırlattığından olsa gerek kuruyorum bu rabıtayı.
Ayrıca semavi dinler Kasımpaşa menşeilidir. Bu rabıtayı da "acımdan"
kuruyorum. Söz konusu semavi dinler olunca hayvan gibi acı çekiyorum çünkü.
Yerinmenin incesızılı tilmizlerinin tescillediği tecim cümleleri
bunlar. Ahireti bile tecim kaygusuyla kullanırlar.
Bundan
keçiyolları dendiğinde Picasso ile Nermi Uygur aynı kınsız kılıçkavi
uyarmalarla süzülüyorlar zihin odama. Düşüncenin keçi yollarını kurmak, bir
başkası "patikalar" desin, varsın böyle olsun, bizatihi kendiliğinden
bir içe patlama alameti olabilir.
Görgü kuralları "içe doğru patlamak" ayıptır diyor. Hele ki toplum
içinde.
Aynı tecim dünyasından bir el kitabı alıp muhattabımızı cümle cümle uyaralım:
"bayım, toplum içinde içe doğru patlamayınız.."
Böylece içimiz rahatlar.
II
sakin
durdu. ocağa çay koydu. döndü ve yansıttı; sakin durabiliyor olmanın da bir
sanat hâline getirilebileceğini. divana uzandı: "ufukçum baksana..böyle
tavana baka baka bir ömür tüketebilirim.." dedi. ilk anda bu hareketi bana
çiğ geldi. sigara içer misin? yok, içmem;
"şu
mustafa'da ne buluyorsun? Geçen petshopun vitrinindeki hayvanlara bakıp,
"biz de aslında hapisiz" dedi. Ne çiğ, di mi? "Yo, ben aslında
mustafa'yı çok severim.."
İyi,
peki. Cam içlerine fesleğenler koymuş. Bu da sana yakışmıyor baksana. Sen ömürboyu
tavana bakarsan o çiçekleri kim sulayacak? İki gün sonra salataya katarız olur
biter. Sonuna dek öyle durmayacaklar ya. Haklısın, aslında. Florya-Bağlar
dolmuşuna biniyoruz. Ağlaya ağlaya. Dünya bizi bilmeyecek, burada öleceğiz-bu
dolmuşta, demiş. Cidden öyle ölürüz. Dünyanın umru olmaz. Şunu uzatır mısın
aslanım? Peki abi. Kışın ortasında kendini Silivri'de bir yazlığa kapa. Öyle de
ölürsün. Ciddiyetsiz baykuş. Biraz tansiyonu düşmüş. Ondan böyle diyormuş.
Şimdi
beynine bol bol kan gitti. Yüzü kıpkırmızı. Vücud-u Beşer, fabrikaya benzer.
Dekart.
Tavuskuşu
ahlâklı arkadaşım benim..
III
Yürü be Köstenceli karınca!
At
isminize sıçayım. Dur bir çay koyup geliyorum, azizim! Köstenceli Karınca,
ikinci ayak, yatırdı bizi. Çavuşesku'nun ordusunda çavuşmuş bu at. Yuh lan, at
o kadar yaşar mı? İskambil kağıtları ortaya saçılmış, pikapta bir insan gününü
çok aşan bir hızla Sonny Rollins dönüyor. Yatak çarşafları kirli. Tepişmiş
ayılar. Kuponları sağa sola atıyorlar. Üzüntüleri yalancı. Hepsi kız
arkadaşlarının yanına masumiyetle dağılacaklar. Soy işler. Köstenceli Karıncayı
da sucuk yaparlar, artık.
Peşleri sıra ben de sokağa çıkayım. Bir flaneur'ün başka ne işi vardır ki? Herifçioğlu yerinde izlermiş yarışları. Bukowski misin birader? Bize hava yapıyor. Yapsın, ne fark eder. Sigarayı bile bizden içiyor, bizim ceplerden. Bir de şefkat mi besleyecektik? Kıymalı yumurta. Çay. Sigara. Sonra yine çay.
İtiraf
etsen; gün boyu karı kız peşindeyim desen, biz de isyan etmeyiz - hiç olmazsa.
Sonny Rollins bitti. Bu kim diyor. Plakları karıştırıyor. Teneke sesli
Zülfü'nün bir plağını koyuyor. Çaydan midem bulanıyor. Tavada kalan yumurtadan
yiyorum. Yalancı Bukowski. Genizden şiirler okur, türküler söyler. Konuşmayınca
olmuyor bunla. Konuşunca hiç olmuyor. At üstüne Yunan kovalıycekmiş. Yesinler.
Elde kupon. Kıvrılıveriyor divana. Üzerine kadın kokusu. Yok, cılız bir kız
kokusu. Koku da kız da cılız.
Saat gonk gonk ediyor. Geniz birader uyukluyor. Cihan Özpınar üstadımıza mektup yazıyorum. Yeni Harman iki paket bir de pilot kalem istiyorum. Teodorakis'in bir plağını da. Zülfü'den iyidir. O; "Bach", diyor,"yetmez mi?". "Eyvallah" diyorum. Mektuplar haftaları emiyor. Bilge Karasu'nun "Gece"sinden adamlar Sarıyer sahilinde bir gece Cihan'ı öldürüyorlar. Eminönü'nden son motora binmiş. Saat 18.10'da. Bir saatten az sonra Sarıyer. Sahilde elinde bir kitap eve doğru yürüyormuş. Tek kurşun. Arkadan. İki kişi tek kurşun atmışlar. "Cihan'a da böyle bir ölüm yakışırdı.."
Köstenceli
Karınca sonraki kuponların hiçbirine yazılmıyor.
IV
İstisnasız iç kıyıcım o benim! Bir öyle bir böyle. Dilinin altında karanlık laflar saklıyormuş, ne gam? Sabah evden çıkmadan ağır tereyağlı tarhana kokusu. Pul biber ve beyaz peynir. Bulamaç gibi. Ama oturur karşılıklı lezzetle yeriz. Kapı aralığında öpüşürüz, koklaşırız. Calvino bakiyesiyiz.
Tornacı
Rüstem de böyle derdi, iki arada bir derede çayını zıkkımlanmak için girdiği
Seyrantepe kahvesinde. O zamanlar Ragıp ölümle cebelleşiyordu. Yine de
"ille gördüm Apo'yu" diyordu, "valla Cim Bom'un maçlarına geliyordu.."
Haliç'in
altında da altın var.
Tornacı Rüstem: "Calvino bakiyesiyiz" diyor, karısı ile kendisi için. Gülsek mi ağlasak mı? Ne anlar Calvino'dan. Köylerinde bir ceviz ağacı falan mı Calvino? Latince mi biliyorlar. "5 dilde sevişirim agam" diyor. Süryanice, Aramca, Türkçe, Kürtçe, Arapça. Yetmezse kapı diplerinden toz, duvar köşelerinden örümcek ağı toplarım. Hanım kaynatır, içeriz. Neyi? diye soruyorum, gamzesiz yanağımda kunt bir III.Mustafa endişesi. Tozlarla, örümcek ağını değil herhal.
-Herhal.
Ragıp gülüyor, "abiye adaçayı.."
Ragıp gülüyor, "abiye adaçayı.."
Kibar
bir adamım diye etkilenmiş olsalar gerek. En kısa zamanda sarakaya almanın
yollarını da arıyorlar herhalde. "Diyarbakır'ın çoğu Cim Bomludur.."
Dilmişler limonu, tozlu sarı suya sıkıyorum. "Adaçayınıza be!"
Sonra
Ragıp öldü. Kağıthane'ye gömdük. Etin ayıp örttüğü günler. Sonra buraya Uluğ ve
Özcan'la da geldik. Yine kötü şeyler için. Tornacı Rüstem:
"üçkulluvallabirelam" okuyun, dedi. Islak toprakların örttüğü bizim
günümüzdü. Fısır fısır.Bilenler okudu, bilmeyenler okumadı. "Abi sen
çekil" dediler, küreği elimden kaptılar. Adaçayı ısmarlarken de aynı
alaycılık. Acı sevgi.
O zaman
neden Vüs'at Bener'in aslında hep kendini yazdığını anladım. Bu da acı
bilgiydi.
V
Kulağımda hep o ses: "ben işemedim miki işedi!". Buradan bir ahlâk damıtılabilir mi?
V
Kulağımda hep o ses: "ben işemedim miki işedi!". Buradan bir ahlâk damıtılabilir mi?
Böyle
sorular sorduk, konuşmamız boyunca birbirimize. Sapanca'da sazlıkların dibine
oturduk. Yanımızdan ölü balıklar geçti. Yeni zehirlenmişler. El uzatma
mesafesindeydiler. Nedenini bilmediğimiz ölümlerine rağmen-korkmadık, henüz
harladığımız ateşe yeşil-boz balıklardan üç tanesini attık. Berbat bir şarap da
cabasıydı. Balıklarının içlerini temizlemedik. Tatma aşamasında alnımızdan
terler akmış olmalı. En sağlıklısı birbirimizin tarihçisi olmak. Birbirimizi
izlemek. Yedikçe yedik. Gaz benzeri bir ağırlık verdiklerinde şarapla yokladık
üzerlerini. Midemizde kaynaştılar.
Ağladık sonra. Buradan on kilometre uzaktaki köyümüze dönüşümüzü tartıştık. Dolu midelerle, kan kırmızısı parmak uçlarıyla. Çeşmeye yaklaştı, ellerini yıkadı. Balık kokmasınmış. Gaz bidonlarına ağzımızı dayamış gibiydik. Yine de düşünceli düşünceli birkaç kilometre yürüdük.
-ben
seni hep sevdim bil.
Kustum:
-ben de seni kardeşim..
-ben de seni kardeşim..
Bir iki
kilometre daha. Mavi, simsarların elinden çıkma levhaların altından, rakım şu-
beldemize hoşgeldiniz(bu kez yeşil levhalar) ilerledik. Ayçiçeği tarlalarına
girdi apar topar.
"sıçmam lâzım.."
"sıçmam lâzım.."
Uzaklaştık.
İşini bitirdi. Kopardığı ayçiçeğinin yumuşak tarafıyla kıçını sildi. Rahatladı.
-sakın
seni sevdiğimi sanma ha! ölecem sanmıştım da, günah çıkarttım..
-iyi peki bakalım öyle olsun..
-iyi peki bakalım öyle olsun..
On
dakika sonra ilk ayçiçeği tarlasına da ben girdim.
Öyle
günlerdi.
Fin Fanzin- 2'de yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.