19 Temmuz 2013 Cuma

Beş Paytak Ördek Yürüyüşü

Muhsin Kut- Hamsi Ekspres



















I  
aynı şefkat, merhamet, şehvet ve nezaketle bir kez daha koyulduk yola.



sinsi bir murat davman estetiği uğruna sarfettiğimiz mesainin yekunu ile bir picasso eskizi de bir nermi uygur kitabı da alabileceğimizi fark ettiğimizde dünyalar bizim oldu. işte bu dolaşımın ve tecimin ve şiirsel olmayan her şeyin yüce zaferidir, dedik. keresi ve dahisi sancılı ve nikbin ruhlara merhem niyetine büyüttüğümüz bu murat davman estetiğinde de sanırsam ki boğulduk. 



umalım benim sanımdan ibaret olsun hayat.


böyledir. irin tıkadığında bütün yolları, günyüzünü bulduğunda kriz, düşüncenin keçiyolları açılmalıdır, demişim iri-iddialı ham laflarla. İnşa sürecinin kahrolası harç koyucularından, siyaset yapıcılarından biriyim ben. Şehvetime delalettir. 
Bunu bir Kasımpaşa kahvesinde söylemiş olmalıyım. 

İsa Kasımpaşalıdır, diye umalım. Kasımpaşa sokaklarında yürürken ayakkabılarımın tabanlarına rastgelen ve usulca onları okşayan çiviler bana hep İsa'yı hatırlattığından olsa gerek kuruyorum bu rabıtayı.

Ayrıca semavi dinler Kasımpaşa menşeilidir. Bu rabıtayı da "acımdan" kuruyorum. Söz konusu semavi dinler olunca hayvan gibi acı çekiyorum çünkü.

Yerinmenin incesızılı tilmizlerinin tescillediği tecim cümleleri bunlar. Ahireti bile tecim kaygusuyla kullanırlar.


Bundan keçiyolları dendiğinde Picasso ile Nermi Uygur aynı kınsız kılıçkavi uyarmalarla süzülüyorlar zihin odama. Düşüncenin keçi yollarını kurmak, bir başkası "patikalar" desin, varsın böyle olsun, bizatihi kendiliğinden bir içe patlama alameti olabilir.

Görgü kuralları "içe doğru patlamak" ayıptır diyor. Hele ki toplum içinde.

Aynı tecim dünyasından bir el kitabı alıp muhattabımızı cümle cümle uyaralım: "bayım, toplum içinde içe doğru patlamayınız.."

Böylece içimiz rahatlar.



II

sakin durdu. ocağa çay koydu. döndü ve yansıttı; sakin durabiliyor olmanın da bir sanat hâline getirilebileceğini. divana uzandı: "ufukçum baksana..böyle tavana baka baka bir ömür tüketebilirim.." dedi. ilk anda bu hareketi bana çiğ geldi. sigara içer misin? yok, içmem;
"şu mustafa'da ne buluyorsun? Geçen petshopun vitrinindeki hayvanlara bakıp, "biz de aslında hapisiz" dedi. Ne çiğ, di mi? "Yo, ben aslında mustafa'yı çok severim.."

İyi, peki. Cam içlerine fesleğenler koymuş. Bu da sana yakışmıyor baksana. Sen ömürboyu tavana bakarsan o çiçekleri kim sulayacak? İki gün sonra salataya katarız olur biter. Sonuna dek öyle durmayacaklar ya. Haklısın, aslında. Florya-Bağlar dolmuşuna biniyoruz. Ağlaya ağlaya. Dünya bizi bilmeyecek, burada öleceğiz-bu dolmuşta, demiş. Cidden öyle ölürüz. Dünyanın umru olmaz. Şunu uzatır mısın aslanım? Peki abi. Kışın ortasında kendini Silivri'de bir yazlığa kapa. Öyle de ölürsün. Ciddiyetsiz baykuş. Biraz tansiyonu düşmüş. Ondan böyle diyormuş.

Şimdi beynine bol bol kan gitti. Yüzü kıpkırmızı. Vücud-u Beşer, fabrikaya benzer. Dekart.

Tavuskuşu ahlâklı arkadaşım benim..

III


Yürü be Köstenceli karınca!

At isminize sıçayım. Dur bir çay koyup geliyorum, azizim! Köstenceli Karınca, ikinci ayak, yatırdı bizi. Çavuşesku'nun ordusunda çavuşmuş bu at. Yuh lan, at o kadar yaşar mı? İskambil kağıtları ortaya saçılmış, pikapta bir insan gününü çok aşan bir hızla Sonny Rollins dönüyor. Yatak çarşafları kirli. Tepişmiş ayılar. Kuponları sağa sola atıyorlar. Üzüntüleri yalancı. Hepsi kız arkadaşlarının yanına masumiyetle dağılacaklar. Soy işler. Köstenceli Karıncayı da sucuk yaparlar, artık.

Peşleri sıra ben de sokağa çıkayım. Bir flaneur'ün başka ne işi vardır ki? Herifçioğlu yerinde izlermiş yarışları. Bukowski misin birader? Bize hava yapıyor. Yapsın, ne fark eder. Sigarayı bile bizden içiyor, bizim ceplerden. Bir de şefkat mi besleyecektik? Kıymalı yumurta. Çay. Sigara. Sonra yine çay. 


İtiraf etsen; gün boyu karı kız peşindeyim desen, biz de isyan etmeyiz - hiç olmazsa. Sonny Rollins bitti. Bu kim diyor. Plakları karıştırıyor. Teneke sesli Zülfü'nün bir plağını koyuyor. Çaydan midem bulanıyor. Tavada kalan yumurtadan yiyorum. Yalancı Bukowski. Genizden şiirler okur, türküler söyler. Konuşmayınca olmuyor bunla. Konuşunca hiç olmuyor. At üstüne Yunan kovalıycekmiş. Yesinler. Elde kupon. Kıvrılıveriyor divana. Üzerine kadın kokusu. Yok, cılız bir kız kokusu. Koku da kız da cılız.

Saat gonk gonk ediyor. Geniz birader uyukluyor. Cihan Özpınar üstadımıza mektup yazıyorum. Yeni Harman iki paket bir de pilot kalem istiyorum. Teodorakis'in bir plağını da. Zülfü'den iyidir. O; "Bach", diyor,"yetmez mi?". "Eyvallah" diyorum. Mektuplar haftaları emiyor. Bilge Karasu'nun "Gece"sinden adamlar Sarıyer sahilinde bir gece Cihan'ı öldürüyorlar. Eminönü'nden son motora binmiş. Saat 18.10'da. Bir saatten az sonra Sarıyer. Sahilde elinde bir kitap eve doğru yürüyormuş. Tek kurşun. Arkadan. İki kişi tek kurşun atmışlar. "Cihan'a da böyle bir ölüm yakışırdı.."

Köstenceli Karınca sonraki kuponların hiçbirine yazılmıyor.

IV

İstisnasız iç kıyıcım o benim! Bir öyle bir böyle. Dilinin altında karanlık laflar saklıyormuş, ne gam? Sabah evden çıkmadan ağır tereyağlı tarhana kokusu. Pul biber ve beyaz peynir. Bulamaç gibi. Ama oturur karşılıklı lezzetle yeriz. Kapı aralığında öpüşürüz, koklaşırız. Calvino bakiyesiyiz.
Tornacı Rüstem de böyle derdi, iki arada bir derede çayını zıkkımlanmak için girdiği Seyrantepe kahvesinde. O zamanlar Ragıp ölümle cebelleşiyordu. Yine de "ille gördüm Apo'yu" diyordu, "valla Cim Bom'un maçlarına geliyordu.."

Haliç'in altında da altın var.


Tornacı Rüstem: "Calvino bakiyesiyiz" diyor, karısı ile kendisi için. Gülsek mi ağlasak mı? Ne anlar Calvino'dan. Köylerinde bir ceviz ağacı falan mı Calvino? Latince mi biliyorlar. "5 dilde sevişirim agam" diyor. Süryanice, Aramca, Türkçe, Kürtçe, Arapça. Yetmezse kapı diplerinden toz, duvar köşelerinden örümcek ağı toplarım. Hanım kaynatır, içeriz. Neyi? diye soruyorum, gamzesiz yanağımda kunt bir III.Mustafa endişesi. Tozlarla, örümcek ağını değil herhal.

-Herhal.

Ragıp gülüyor, "abiye adaçayı.."
Kibar bir adamım diye etkilenmiş olsalar gerek. En kısa zamanda sarakaya almanın yollarını da arıyorlar herhalde. "Diyarbakır'ın çoğu Cim Bomludur.." Dilmişler limonu, tozlu sarı suya sıkıyorum. "Adaçayınıza be!"

Sonra Ragıp öldü. Kağıthane'ye gömdük. Etin ayıp örttüğü günler. Sonra buraya Uluğ ve Özcan'la da geldik. Yine kötü şeyler için. Tornacı Rüstem: "üçkulluvallabirelam" okuyun, dedi. Islak toprakların örttüğü bizim günümüzdü. Fısır fısır.Bilenler okudu, bilmeyenler okumadı. "Abi sen çekil" dediler, küreği elimden kaptılar. Adaçayı ısmarlarken de aynı alaycılık. Acı sevgi.

O zaman neden Vüs'at Bener'in aslında hep kendini yazdığını anladım. Bu da acı bilgiydi. 

V

Kulağımda hep o ses: "ben işemedim miki işedi!". Buradan bir ahlâk damıtılabilir mi?
Böyle sorular sorduk, konuşmamız boyunca birbirimize. Sapanca'da sazlıkların dibine oturduk. Yanımızdan ölü balıklar geçti. Yeni zehirlenmişler. El uzatma mesafesindeydiler. Nedenini bilmediğimiz ölümlerine rağmen-korkmadık, henüz harladığımız ateşe yeşil-boz balıklardan üç tanesini attık. Berbat bir şarap da cabasıydı. Balıklarının içlerini temizlemedik. Tatma aşamasında alnımızdan terler akmış olmalı. En sağlıklısı birbirimizin tarihçisi olmak. Birbirimizi izlemek. Yedikçe yedik. Gaz benzeri bir ağırlık verdiklerinde şarapla yokladık üzerlerini. Midemizde kaynaştılar.

Ağladık sonra. Buradan on kilometre uzaktaki köyümüze dönüşümüzü tartıştık. Dolu midelerle, kan kırmızısı parmak uçlarıyla. Çeşmeye yaklaştı, ellerini yıkadı. Balık kokmasınmış. Gaz bidonlarına ağzımızı dayamış gibiydik. Yine de düşünceli düşünceli birkaç kilometre yürüdük.

-ben seni hep sevdim bil.
Kustum:
-ben de seni kardeşim..

Bir iki kilometre daha. Mavi, simsarların elinden çıkma levhaların altından, rakım şu- beldemize hoşgeldiniz(bu kez yeşil levhalar) ilerledik. Ayçiçeği tarlalarına girdi apar topar.
"sıçmam lâzım.."

Uzaklaştık. İşini bitirdi. Kopardığı ayçiçeğinin yumuşak tarafıyla kıçını sildi. Rahatladı.
-sakın seni sevdiğimi sanma ha! ölecem sanmıştım da, günah çıkarttım..
-iyi peki bakalım öyle olsun..

On dakika sonra ilk ayçiçeği tarlasına da ben girdim.


Öyle günlerdi.

Fin Fanzin- 2'de yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.