15 Aralık 2014 Pazartesi

Üç Seyhan Erözçelik Şiirine Kişisel Şerhler

Şairullahtan müteveffa Seyhan Erözçelik'e hiçbir zaman "sansar", "arıza" gibi hitaplarda bulunabilecek kadar yakın olmadım. O kadar bile değil; bizimkisi bir seneyi biraz aşkın bir facebook arkadaşlığı ve meyilleşmeden öteye de gitmiyor/ gidemiyor. Öte yandan o kadar yakın olsam da, buna benzer hitaplarda bulunmak mizacıma aykırı. Bir de çok seneler önce blogumda şiirini yanlış alıntılayıp, kendi medyamda ona terslenmiştim. Üşenmemiş, yorum yazmış ve şiiri düzeltmişti. Şimdiye kadar olan bölümüne ek olarak, benim muhtemelen, onunsa kesin alkollü olduğu bir akşamdan facebook vasıtası ile talebim üzerine bana yolladığı bir dinleme listesi var. Onu da buraya alıntılayıp, ayracı kapatalım.

Ufuk Akbal
seyhan abi, gecelerin iyi olsun. bana bir müzik önerir misin beykent balkonlarında dinleyeceğim.

Seyhan Erozcelik
tür? neşeli, ağlamaklı, damardan?

Ufuk Akbal
dalgalı..
enescu gibi..romen rapsodisi gibi..
tam ağlamaklıyken kontraya yatıracak birşeyler..

Seyhan Erozcelik
beethoven, ruins of athens'dan dervişler korosu/ravi shankar/wish you were here/ferdi özbeğen/chopin tabii ki... 
bueno vista

Ufuk Akbal
dinliyorum
1. Aralıklarla belirtiyorum. Şiir üzerine konuşamıyorum. Daha doğrusu, teorik bir kuşatıcılıktan ziyade, her defasında empresyonizm sokağına sapıyorum.Üstelik zamanla bundan keyif almaya da başlıyorum. Vardığım son nokta, katiyetle, tamamen empresyonist bir nokta olmasa da, ortaya çıkan tablo kişisel bir derlenip-toplanmalar ansiklopedisinin bir maddesinden daha fazlasını ifade edemeyebiliyor. Tabi bu bir başkası için seyretme biçimi. Benim içinse bir "ansiklopedinin maddelerinden" bir ansiklopediyi inşa etmek önemsediğim bir iş. Çünkü, ölmeden önce üretmek istediğim en oylumlu ama rafine" metin bir "kişisel ansiklopedi". İçe gömülmüş, içten dışa sinyaller gönderen. Bunda muhakkak bir Seyhan Erözçelik maddesi olur, olacaktır. Olursa da, o maddeyi bu yazı oluştursun madem.

2. Meram I'de de belirttim. Ayhan Şahin diye bir yazar dost var ve "Seyhan Erözçelik şair değildir" dediğini işittik; düzeltti - "büyük şairler kategorisine sokmuyorum" dedi. Y.T. de bunu destekler mahiyette cümleler kurdu. C.D. de paralel düşünüyor, sanıyorum. Bu nedenle ona yapılanı ortodoksinin genel tavrının bir tezahürü olarak kodladık ve sepete ekledik. Bu durum bizi kan kardeşi kıldı.

3. Dolayısıyla, a- güçlü bir şair olmadığını düşünenler, b- güçlü bir şiir bırakmadığını söyleyenler mahfiline karşı, "otobiyografik bir Seyhan şiiri şerhi" düşüyorum ve bu şerhi oluştururken de, estetik anlamda masadan en tok (dolayısıyla bana göre en güçlü) kalktığım üç şiirini kişisel anılarımla, çağrışımlarla ve sembollerle ele alıyorum.  Bu şiirler, "Küçük Dul Kız", "Aşk, İdam ve Altın" ve son olarak "Zurna ve Pembe"[1].

4- Küçük Dul Kız; "şeker pembesi bir akşam gidip geliyordu/ Bebek sularıyla göğün arasında" dizelerinin ardı ardına patlaması ile başlıyor. İstanbul'da hasbelkader yumuşak bir akşama, yine hasbelkader herhangi bir kıyıda (Beşiktaş, Kadıköy, Üsküdar, Bakırköy, Çengelköy vb.) yakalanmışsanız, sizi sarıp sarmalayan ruh hâline Seyhan, Bebek'te yakalanmış. Ölümcül şeylerden biri, estetik anlamda güzelin karşısında yapayalnız kalmak- bir başkasına aktarmakta kifayetsiz kalmak. Bir manzara (burada şeker pembesi Boğaz akşamı), bir başkası için Tuz gölü, Kapadokya, Abant vb. Birisine, "öyle bir manzara vardı ki.. görsen şaşarsın" ya da "burada ölmek isterim" gibi ünlemler yerine çok daha rafine bir sözü olana belki de "şair" diyorlar. Ben de bugüne dek, bu ölümcül durumu bunca iyi ifade eden bir dizeye rastlamamıştım belki de. Ve hemen akabinde seyreden cümleye de, aynı zamanda "göğüslerimizde birer gelincik ölüsü kilitlenmiş/ tıpır tıpır gidip geliyorduk biz de/ Magnezyum alevi kadar kısa, aldatıcı bir hayat işte". Evet, tam da bu "gelincik ölüsünün göğse kilitlenme", ses çıkaramama ama çıkarmak isteme- çıkarınca büyünün bozulacağını bilme ve bütün bunların bir magnezyum alevi zamansallığına yayılması. Seyhan Erözçelik şiirinin ifade gücünün en drajeleşmiş tezahürlerinden biri.
Proust'a gönderme yapmaksızın bırakmayacak bir akşam üstelik; "Söz gelimi, Leyla, eski sevgilim..". Neyin söz gelimi? Bu söz nereden geliyor? Birbiriyle bağlanmamış nesnelerin uzaydaki salınması muamelesi yapamıyoruz bu şiire. Söz Leyla'ya yine şeker pembesi akşamlardan geliyor; "dilini dişlerine gerip sevişirdi kahkahayla/ sonra birden göz kuşlarına boğulurdu şeker pembesi akşamlara kilitlenip/ Ürperirdim bana dokunduğunda yüreğim tıpır tıpır atardı". Dolayısıyla, gelincik ölüsünün zemindeki (burada yürek) yarattığı ses (yani bir manzaranın) uzayda iliştiği "şey", sevgilinin dokunuşudur.

Peki sevgili bu dokunuş için aynı şeyi mi hissetmektedir? Erkek aşkı ve kadın aşkı ayrımını koyuyorum. Erkek aşkında cevabı "evet" olan bu şeyin "kadın aşkında" cevabını bilmiyorum. Kadının erkeğe duydu aşkta yani. Çünkü, bu dizenin ve buna benzer bir akşamın birleştiği yerde gösterilen kişisel bir tezahüratın cevabı, "bu ne burada ne diyorsun? anlamıyorum.." olmuştur. S.S. Diğer bir deyişle, dünyanın estetik hamlesine bir karşı hamle yapılmış, bir başkasına bu durum yansıtılmış ama her şey sönmüştür. Nitekim, Seyhan da, "Gül ve dil soldu o malûm akşamlarda/ her şiirin sonunda" diyor. Her kadın ve erkek aşkının sonunda diye okuyoruz.

5- Aşk, İdam ve Altın: Seneler önce henüz bir üniversite öğrencisiyken (2004 gibi olsa gerek), Seyhan Erözçelik'i kendi sesinden CNN Türk'te bu şiiri ve "Zurna ve Pembe"yi okurken hatırlıyorum. Bunlara ardışık şiirler muamelesi yapabiliriz. Sadece dosyadaki dizilişleri itibarı ile değil. İmgelerin şiir uzayındaki dağılımı itibarı ile de. Aynı programda Seyhan'la birlikte Komet de vardı ve her ikisinin Seyhan şiiri üzerinde söylediği söz, "caz" bir şiir olduğu idi. (Aynı gün Seyhan, Nilgün Marmara şiiri için "kuru bir şiirdir" de demişti). Aşk, İdam ve Altın kuru bir şiir değildi. Musikisi olan bir şiir.
"Denizler uyudu. Alevler nakşedilmiş
Aynayı topla ellerin kanamadan ey Terzi!
Gül yapraklarıyla kafası kesildi
gölgemin, sevgilimin. Gideyim ben de,
karanlık deltalarda boğayım kendimi."  dizeleri ile açılan kapıdan dışarıya bir musiki yoğunluğu çıkıyor. Şiirin böyle kurulacağını/kurulduğunu var saymamak gerekiyor ancak. Çünkü şiirdeki tüm nesneler bir mezarlıkta gece ayağa kalkan ölüler gibi dikiliyorlar yerlerinden sonraki bölümde, dolayısıyla müzik de hızlanıyor. Gece gülüyor, açıyor, dilini yutuyor, şairin gölgesi kesik kafasıyla geliyor. İyi bir musiki dinleyicisi olduğunu biliyoruz Seyhan'ın. Bu şiir, pastoral/lirik bir başlangıçtan Philip Glassyen bir neşeye sapması ve bunu hüzün nesneleri ile donatması ile de öne çıkıyor; "Altın aşklar köreldiler/ ağlıyorum". Bir yanıyla ise "Bohemian Rhapsody"nin aritmizmine göz kırpıyor.

Kendi kendine soru sorulan dizeler: kendinin sondajı. Aynı zamanda bu soruların çoğunlukla cevabı olmayacaktır. Bu cevapsızlık efektini verme anlamında da Seyhan şiiri çok mahir. Örneğin; "Paranoia mon amour! Sevdiğini kim öldürür/ Neyle öldürürdü? (..) Gölgem sırada hapsolmuş/ unutmuşum." gibi dizelerle biten şiirde, yukarı çıkıp sonra sönen ve geriye tortu olarak bu neşeli hâli bırakan bir silsile söz konusu.

6- Zurna ve Pembe; Ardışık demiştik. Soru sürüyor ve sondaj elbette, "Paranoia mon amour! Aşklar en iyi nasıl boğulur?" ve aynı neşeli hâl nüksediyor; elmanın bıçaklanışında.
"Burda bir elma bıçaklandı/ aktı yere kanı, saçıldı çekirdekleri betona". Bu üç şiirden özellikle son ikisinde varılan şey, "yolda olma hâli"- Meram'ın genel karakteristiği ile de uyumlu. Bu yüzden çelişik ama câzip; "dünya olup bitendir" (Wito), ve olup bitenden "bana düşenlerdir". Bu da Seyhan; "Ben saf aynayım". Bu da Rüşdü örneğin, bu da ben.
"Bir şaire kestirdim ben artık dilimi/ Kendisi çok eski bir şairdir". Ve böylece mutlak iletişememeden, "iletişme" imkânına yatay geçiş yaptım. Hepimiz dilimizi eski şairlere kestirdik, elhamdülillah...




[1] Seyhan Erözçelik, Kitaplar- Toplu Şiirler (1980-2003), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003, s.141, s.238, s.239. Yılmaz Türk, şair Ramazan Parladar'ın "toplu şiirleri" sevmediğini, her şiir kitabının tek bir kitap olması gerektiğini söylediğini aktardı. 

Meram: Yeni Yol Fanzin II'de yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.