11 Aralık 2014 Perşembe

Akdenizlilik ve İtalyanite: Selen, Braudel, Putnam

* 1980'li yılların İtalyan porno sektörünün en ihtişamlı figürlerinden biri olan Selen'in asıl adı Luce Capognero, kendisi 1966, Roma doğumlu. 20 yaşında Cesare Geronimi'nin "Orgia di Compleanno" (Doğumgünü Orjisi) isimli filmi ile bu sektörde ilk kez arz-ı endam eyliyor. 1993'de Alex Perry'nin yönetmenliğinde oynadığı uluslararası ve yüksek bütçeli bir filmle birlikte 27 yaşında "Selen" ismiyle müsemma "İtalyan porno sektörünün en önemli" ismi oluyor. Salieri, D'amato, Bandinelli ve Damiano kariyeri boyunca çalıştığı yönetmenlerin en başında geliyor. Bu kariyer aynı zamanda 1993 ile 1998 arası kazandığı 17 ödülle de perçinleniyor. Ünü sadece sektörle sınırlı kalmayan Selen, anaakım bir oyuncu olarak Cannes Film Festivali'ne katılıyor ve hâsılı Asia Argento'nun Williamsburg Brooklyn Film Festivali'nde en iyi yeni yönetmen ödülünü almasını sağlayan Scarlet Diva'sında da küçük bir rolü ifa ediyor. Selen iki çocuk annesi ve Nicole Zanone ile evli. Selen kendini, "utangaç, zeki, iyi huylu ve güzelliğinin yanı sıra büyüleyici" olarak nitelendiriyor[1].


* Türkiye'de kuşaklara internet yasakları işlemiyor. Bir şekilde, genel internet "karartmasından" önce Selen'i tanıyoruz. Ancak Selen'i sanki özellikle internetle tanıyoruz. (Çünkü, benim tanıdığım Selen'i Rüşdü tanımıyor). Yaşı daha yeni olanlar için ne ifade eder bilmiyorum. Fakat Selen'de asıl vurgulamak istediğimiz unsur, sektörün içinden bir "anti-endüstriyel yaklaşım". Bir başka İtalyan Gramsci,"uçağı, binmeden kaçıramazsanız" demişti. Arka kapak kızımız Sasha Grey, porno sektöründeki sendikal faaliyetleri ile tanınıyor. Ama Selen'in tavrı çok daha farklı, o "kendiliğinden", "içkin" bir davranış olarak - elbette sektördeki İtalyaniteyi, bunun oluşumunda Tinto Brass'ın ve Salieri'nin yüksek estetik etkisini ve sinematografisini de ekliyorum, endüstriyi reddediyor ve endüstrinin arzu ettiği göz banyosundan çok daha azına imkân tanıyor. Bunu yaptığının kendi bile farkında olmayabilir. Vücud ve ses  müziği ona kendinden bir "akış" kazandırıyor. Bu yanıyla, Selen "yakalanamayan bir akışın" aktrisi. Selen, bir başka İtalyan heykeltraş Giacometti'nin yontamadığı akış olarak da tarif edilebilir.

* Dışavurumcu cesareti ve türler arası güçlü geçişleri ile gerçek bir görsel fütuhatçı olan Akdenizli Selen'in endüstriye getirdiği yeniliğin köklerini Fransız tarihçi Fernand Braudel'in Akdeniz havzasını tarif ederken başvurduğu topografik inceliklerde bulabilmek mümkün. Annales okulunun önemli ismi Braudel; "Akdeniz ve Dünyası"nda[2] , Akdeniz'in en temel karakteristiklerinden birinin "yüksek, geniş, bir türlü sona ermeyen dağlar" olduğunu, "bunlardan bazılarının yükseklikleri nedeniyle, diğerlerinin ise bütünsel biçimleri veya zor ulaşılan derin veya yüksek yanlara sahip vadileri nedeniyle öyle" olduklarını ve denize doğru egemen ve sert yüzlerini döndüklerini söylemektedir. Demek ki, Akdeniz, deniz olduğu kadar "dikine kuzeylerin manzarasını" oluşturan dağlardır ve "bu dağların olduğu yerde hiçbir şey portakal ağaçlarının çiçek açtığı Akdeniz'i hatırlatmamaktadır".

                Bu veriler ışığında, denilebilir ki, bir; Selen de, vücudunun imkânsız topografyasıyla biraz "müspet imajlarla" örülü Akdeniz'dir, "portakal çiçekleri ve bağ ile zeytinlikler ve kentleşmiş köylerin" [3]Akdeniz'i ama bu imaj yani tül kaldırıldığında Braudel'in anımsattığı daha çok dikine kuzey manzaralarını oluşturan, denize egemen dağlardan mürekkep bir Akdeniz'dir.

       İki; "kıvrımlar": Selen, sektörün fetişleştiremediği bir "kıvrımlar ağıdır". Göğüsleri, kalçaları, dudakları, ayakları ve tüm bu topografyayı çevreleyen "şuh" bakışları ile Akdenizlilik genelinin ve İtalyanlık özelinin, "kusurlu bir çiçeğidir". Kusurluluk; orantısızlık, fabrikatif olmadığı için hatalı ve güzel. Bir başka İtalyan ünlüsü Mimar Aldo Rossi'nin veciz ifadesiyle, bu kusurluluk Selen'de, "mekanın somut işaretidir"[4]. Kusurludur, çünkü bir femme-fatale değildir. Bilâkis, "şuh" dediğimiz bakışların ardından "masumiyet" fırlamak için imkân kollar. Ve çoğu zaman fırlar da. En "ateşli" sahnelerin, dünya erkeklerinin temaşa etmek için en tenha anı kolladığı "mahremlerin" içinden Selen, muhattabının gözlerinin içine bakar. Ve elbet bu kıvrımlar bizi yine o "akış" meselesine terfi ettirir.

                Üç; Selen, Akdenizlilik nitelendirmesini tek başına hak eden "zeytin ağacına" benzer; çünkü Braudel'in ifadesiyle zeytin ağacı  "Akdeniz'e kadar giden ve ondan kaçan bütün hareketleri damgalamaktadır". Braudel devam ediyor; "zeytin ağacının Akdeniz'i kendini dar kıta şeritleri, denize yapışık bitişik topraklar haline indirgemektedir. Bu mekân tarihin Akdeniz'i ve iklim örtüsü tarafından ritimlendirilmiş olması nedeniyle, belirleyici olarak kalmaya devam etmektedir; bu örtü o kadar özeldir ki, sadece o "Akdenizli" nitelemesini tek başına işaret etmektedir"[5].

                Çünkü, birbirine beş benzemezi Yunanistan'ı, İspanya'yı, İtalya'yı, Kuzey Afrika'yı, hatta Türkiye'yi- "insanlarını ve mallarını hiçbir sıla hasretine uğramaksızın mübadele edebilen" bu coğrafyayı aynı ağ etrafında toplayan bir "bitimsiz örgütçüdür"[6]. Bu örgütçülük, zeytin ağacı ile, zeytinle, Braudel'in ifadesi "sıvı iklimin" aurası ile- Selen'i önemli ölçüde benzeş kılıyor. Selen de, biteviye sıla hasreti çekmeyen, "kaynaklarını" bulunduğu an'a adayan bir sıvı iklimin - ve elbet de akışın kestirilemez örtüsünü temsil etmektedir.  Ve tüm bu örtüyü bir Akdeniz güneşi dövüyor, düşünün.

                Dolayısıyla, buradan Selen'in vücut diline hakim olan İtalyanite'yi (ve Akdenizliliği) - çünkü Braudel, Fas için, "güneş altında daha fazla yanan bir İtalya'dır" diyor, damıtmak mümkün gözüküyor.

* Bununla birlikte, Selen' önce sektörde İtalya'nın en iyisi, ardından da anaakım oyuncu olarak sivrilmesini ise kanaatimce İtalyan sivil toplum geleneğine borçlu gibi geliyor. Biz bu kavramı genellikle Gramsci'nden mülhem biliyoruz ve egemen sınıfın "hegemonyasının" tesis edildiği yer olarak negatif bir anlam taşıyor. Ancak Gramsci, "karşı hegemonya" kavramını önererek, bu alanın işçi sınıfı tarafından fethini de önemsiyor.

* İtalya Gramsci'nin ama aynı zamanda Berlusconi'nin ülkesi. "Koskoca ülke bir seks skandalı ile sarsıldı" dememeli. İtalya'da bu gece dahi buna benzer bir skandal yaşanabilir. İtalyanite dediğimiz şey böyle bir imkân ve keyfiyet vaad ediyor. Bu aynı zamanda bahsettiğimiz "kusurluluk" çiçeğinin de bir yansıması değil mi? Selen'in bu damardan beslendiği unutulmamalı. Politikada kusurluluk, ekonomide kusurluluk.. Dolayısıyla, İtalya sadece Güney veya Kuzey İtalya değildir; İtalya'nın karakteristiği bu ikisinin sentezidir.

* Peki, 20'li yaşlarında porno sektöründe sivrilen, ardından anaakım sinemaya evrilen Selen'in hikayesi  İtalyan sivil toplum ve sosyal kapital geleneğinin içerisinde nereye oturuyor? Bunun cevabını ise İtalya'da sivil toplum çalışmaları ile bilinen siyaset bilimci Robert Putnam'ın 1994 tarihli Making Democracy Work: Civic Traditions in Modern Italy çalışmasında arıyoruz. Putnam, bu eserinde sivil toplum ve İtalya'daki kollarına ek olarak "sosyal kapital" kavramına da başvuruyor. Gramsci'den farklı olarak Putnam'ın sivil toplum kavramına atfettiği içerik ekonomik, sosyal ilişkileri sınıf çatışması merkezli bir okumaya tabi tutmuyor. O kavramı, çeşitli nüanslar olmakla birlikte Bourdieucü içeriği paralelinde kullanıyor ve İtalya pratiğinde sivil toplum ve sosyal kapital'le işbirliği, sivil zorunluluk, güven ve mütekabiliyet esasına referans veriyor. Siyasal katılım, kültürel normlar, demokrasi geleneği, finansal güç vb. 1970'lerden beri İtalya'da ancak Kuzey İtalya'da yükselen bir trend olarak sivil toplum alanına dahil ve Putnam bunları Gramsci'nin aksine İtalya'da demokrasi inşasına harç taşıyan unsurlar olarak kodluyor. Elbette, Putnam'a göre Kuzey bu standartlar açısından Güney'e göre çok daha bayındır bir görünüm arz ediyor. Bu gelişmişliği ise sivil toplum ve sosyal sermayenin daha güçlü olmasına borçlu olduğunu belirtiyor. Kuzey İtalya'da bireysel bağımsızlık üzerinde feodalitenin gücü zayıfken, Güney ise özellikle Katolik kilisesinin etki alanı olarak "güvensizliğin hakim olduğu" bir coğrafyaya ve ilişkiler ağına işaret ediyor. Aynı şekilde, Kuzey'de insanların "vatandaş", Güney'de ise "bağımlı" olduklarına dikkat çekiyor.

* Putnam'ın Kuzey- Güney İtalya tezi her sosyal teori gibi determinizm tehlikesi ile eleştiriye mahkûm. Bu, kuşku yok ki, olacaktır. Oluyor da. Sosyal teori eleştirisinin dükkanı kapatıp evine döndüğü akşamlarda ise Putnam'ın teorisinden Selen'in poetikasını izah etmeye yarayan tortular kalıyor. Biz bu tortulardan bu yazıyı tevarüs ediyoruz. Dolayısıyla, "storia italiana" hem Putnam'ın İtalyasının kurumsal tasarım, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel faktörler açısından ayrılmışlığının hem de Selen'in içinden geçtiği sürecin adı oluyor. Bu anlamda Selen, sadece Akdenizliliğin çoğulluğunun değil, İtalyanitenin çoğulluğunun ve elbet de zihinsel ayrılmışlığının da izlerini varlığında taşıyor. Bu şu demek; hem Güneyli temalar; anarşik, kaotik ve güvensiz hem de Kuzeyli bir dekor; bayındır, işbirlikçi vb. Hâsılı, Selen; İtalyaniter, bir imkân. Akdenizli ama pür "sosyal kapital" zengini değil, dedirtiyor.




[1] "Selen", bkz: http://en.wikipedia.org/wiki/Selen
[2] Fernand Braudel, Akdeniz ve Dünyası, C.1, Çev: Mehmet Ali Kılıçbay, 2. Baskı, İmge Kitabevi, 1993, s.3-6.
[3] a.g.e, s.55-56.
[4] Rafael Moneo, "Aldo Rossi ve Mimarlık Düşüncesi", Çev: Mehmet Adam, Mimarlık Dergisi, S.206, 7/8, 1984, s.24.
[5] Braudel, a.g.e, s.61.
[6] a.g.e, s.61.

Meram: Yeni Yol Fanzin 3'te yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.