"2010'lar Türk Şiiri
Vakası" da diyebiliriz, bu minvalde geride bıraktığımız yılın yaz
aylarında twitter'da zuhur eden hesabın etkisini ve arkasındaki eli, yarattığı
tartışmalar ışığında incelemeyi deneyeceğim. Hesabın bio'suna baktığımızda
"poetik bir çerçeve" çizmekten öte bir güncel haber deposu olma, hatta
magazinselleşme arzusunun beyan edildiğini gördük. Dolayısıyla, magazin yapmayı
eleştiri konusu edemeyiz. Ancak, bio'da yer verilen ikinci iddia yani poetik
nabzın tutulmasına ilişkin bir eleştirinin meşalesini, hesabın "kurucu
babalar" argümanı üzerinden yakabiliriz. 2010 şairlerinin tepkisini
çekmeye başladığı yer de burasıydı zaten. Kurucu babalar olarak hesap
tarafından işaret edilen isimlerden Ahmet Güntan, Enis Akın, Osman Özbahçe,
Ömer Şişman, İbrahim Tenekeci, Hakan Arslanbenzer, Ah Muhsin Ünlü, Osman
Çakmakçı ve Osman Konuk'u hatırlıyorum. Burada kurucu baba tabiri neden tercih
edilmişti? Bu isimleri 2010 kuşağı ile bitiştiren neydi? Poetik bir etki alanı
yaratmaları, şairlerin gelişimine katkıda bulunmaları, mahfil oluşturmaları
mıydı kasıt, yoksa daha dar bir tanımla 2010 şairlerinin kitaplarının
yayımlanmasına, şiirlerinin dergilerde yer almasına ilişkin karar verici
konumlarına mı atıfta bulunulmuştu? Örneğin; söz konusu Güntan, Şişman, Tenekeci,
Arslanbenzer, Akın vs. ise ilk ve ikinci kategorilerin aynı anda geçerli
olduğunu kabul edebiliriz. Ancak Osman Konuk, Ah Muhsin Ünlü gibi isimlere sıra
geldiğinde aynı berraklıkla hareket edemeyiz. İkisinde de dolaylı bir etki söz
konusu, elbette. Ancak kolektif ve kuşatıcı değil, önceki kuşaklardan tevarüs
edilerek cılızlaşan, tercih konusu olan bir etkiden bahsedebiliriz. Her
halükarda, kurucu baba tercihinin spekülatif ve üzerinde kolaylıkla mutabık
kalınamayacak isimlerden oluştuğu ve bu kavramla 2010'lar kuşağının yöneliminin
uyuşmadığı açıktır.
Tam da burada hesabın bio'suna
geri dönüyorum. Bana kalırsa asıl gaye, 2010'ların kurucu babalarını poetik anlamda
işaret etmekten çok, argümanın magazinsel anlamda koleksiyon değeriydi. Aslında hesap sahipleri için
önemli olan hangi şairin 2010'lar üzerinde ne düzeyde etki oluşturduğu
değildir, kendi zihinlerindeki karmaşayı kadraja almak ve koleksiyonlaştırmak istemektedirler.
Bu nedenle, birbirine benzemezleri poetik olanla değil magazinsel olanla
teyellemekte ve bu sayede bir 2010'lar yekûnuna varmayı arzulamaktadırlar.
Henüz 2000'ler kuşağı ile sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği ve
müstakiliyeti tartışılan bu kuşağa baba atayan argümanlar, kuşak içre şairleri
öfkelendirmiş ve hak gaspı suçlamalarına kapı aralamıştır. Nitekim, en başta
"kurucu baba" tabirine Ümit Güçlü, Mikail Söylemez, Murat Çelik gibi
isimlerden kuvvetli itirazlar gelmiş ve bu kuşağın "babasızlığının"
onun karakteristik özelliklerinden biri olduğuna işaret edilmişti.
Diğer yandan, bu aynı zamanda
2010'lar kuşağı şairlerinin kim olduğunu da bilinçli şekilde sorunsallaştıran
bir tercihti. 2010'larda şiir yazmayı sürdüren mi, 2010'larda şiire başlayan
mı? 1990'dan önce ya da sonra doğanlar mı? Hesabın sürekli referans verdiği ve
bir ara takipçilerini bezdirdiği "koleksiyonun" nadide parçalarına
baktığımızda; Nilgün Emre, Eray Sarıçam, Mustafa Nurullah Celep, Kaan Eminoğlu,
İlker Şaguj, İnanç Avadit, Mikail Söylemez, Enes Malikoğlu gibi isimlerin
görsellerini ve mesajlarını görüyorduk ki - bu da, "birbirine
benzemezlerden" oluşan bir koleksiyon politikasının burada da sürdüğünü
gösteriyordu. İkinci Yeni birbirinden uzakta ancak aynı poetik yönelimin
etrafında kümelenmiş şairler tarafından başlatılırken, burada dijital dünya
sayesinde birbirinin burnunun dibinde ancak birbirine benzemeyen aktörlerin gözümüze
sokulmasının maruz müşahidi edildik. Elbette, bazı isimler bir
"humour"un köpürtülmesi için kullanılırken, bazılarının argüman
değeri taşıyan cümlelerine yer veriliyor ve son tahlilde hepsi 2010'lar
bohçasının içerisine tıkıştırılıyordu. Bu faslı kapatırken, hesap 2010'ların
fikir babalarını ve bir şekilde 2010'lar denilen periyoda giren şairlerin
kimler olduğu konusunu daha da bulanıklaştırmış ve elde sadece magazinsel olan
kalmıştır, diyebiliriz.
Buna karşılık, hesabın dolaylı da
olsa bazı müspet çıktıları olduğunu kabul edebiliyoruz: Murat Çelik'in hesabın
kafa karışıklığına itiraz niteliğindeki yazısı ile Ümit Güçlü'nün bu itirazı
teorik bir çerçeveye oturtmak istediği ancak devamı gelmeyen yazılarını analım.
Kadir Sevinç'in Poespektüs'ün ilk sayısında kaleme aldığı ve sonunda 2010'lar
Türk Şiiri hesabının Kanon 2010'u çıkaran kadrolar tarafından yönetildiği
argümanıyla tamamlanan yazısı ise sadece bu ilişkiye odaklanmayıp, "kurucu
baba" argümanına başvuran bir hesap ile kurucu baba iddiasını reddeden bir
dergi manifestosunun tutarsızlığına işaret ediyordu.
Ha bir de hesabın meşhur Heves Dergisi'nin
kapanışını 2010 kuşağı için milat olarak işaret etmesi ve buradan hareketle bir
tartışmayı canlandırmasını da müspet dairede sayabiliriz. Yine hesaptaki yüksek
katılımlı anketlerin ise heyecan uyandırıcı ancak amaçtan sapan girişimler
olduğunu belirtebiliriz. Burada daha ziyade yumurtaları birbirine tokuşturmaca
mantığı hakimdi. Ancak gelecek vaat eden eleştirmenleri, ilk kitabı dört gözle
beklenen 2010 şairini soruşturmaya açtıkları anketleri başarılı bulduğumu söylemeliyim.
Bunlar yine de, hesabın çok sevdiği bir kelime ile göz doldurucu
"verimler" olarak nitelendirilemez.
Burada daha berrak bir hükme
varabilmek için hesabın kimliğine ilişkin mülahazaları derinleştirmeye ihtiyaç
duyuyoruz. Gerçekten de, hesabın sahibine dair birçok söylentinin hızla
dolaşıma girdiğinin hatta hesap sahibini bulma girişimlerinin dostlar arası
kavgalara ve bilişim merheminden medet ummaya kadar uzandığının bizatihi
tanığıyım. Bu süreçte bir grup şair, bir persona avının öznelerine dönüşmüştü,
ne yazık ki. Şüphesiz, şahsımdan Enes Malikoğlu ve Neo-Karşılıksız
İyilikçiler'e, Tezgah ekibinden Kanon 2010'culara, Tugay Kaban'dan Mustafa
Nurullah Celep'e, Fayrapçılardan Kozacılara kadar geniş bir yelpazede söylem ve
üslubun yer yer yakınlaşıp uzaklaştığı, şüphenin yer yer çok güçlenip
cılızlaştığı tahminlerle karşılaştık. Kâh hesabın ilk kez Enis Akın ve Natama
tarafından #ff'lenmesi kâh zorlu bir twitter personası olan Arslanbenzer ile
hesabın flörtleşmeleri bahisleri yükseltti. Bununla birlikte, hesabın kapanır
ayak yaptığı propagandayı takiben çok yakın bir isim tercihiyle ortaya çıkan
Kanon 2010 dergisi şüphe bulutlarını en güçlü şekilde üstüne çekti. 2010'lar
Türk Şiiri hesabıyla, dergi hesabı arasındaki sempatik alışveriş gözlerimin
önünde canlanıyor. Ancak elbette, bu "Kanon 2010 = 2010'lar Türk Şiiri
hesabı" sonucuna götürmez bizi.
Yoksa götürür mü? Hesap
sahiplerinin mutlak reddiyesine karşın hala bu minvalde hareket etmek ortamı
bezdirecektir. Ayrıca, Kanon 2010'un yayın politikasına baktığımızda hesaba
hakim olan humour'un ve kıvraklığın tam aksi istikamette bir poetik tıkanıklık gördük.
Bu nedenle, benim bir tahmin hakkım varsa, o da Kanon 2010'un oluşum aşamasında
faal olup, bağımsız bir şekilde bu oyunu kurgulayan ve sonrasında dergiden
ayrılan bir odaktan yana olacaktır. Bu odak bir ya da birkaç kişiden
oluşabilir. Nitekim, hesabın birden fazla kişice yönetildiği hissiyatı,
barındırdığı çoklu dil ve bazen alçalıp yükselen bazense tamamen ve bilinçli
bir şekilde ortadan kaldırılan humour'undan ileri gelmekteydi. İnanç Avadit'in
Enis Batur'la ilgili cümlesi, Nurullah Celep'in boğazlı kazaklı pozları, Cemal
Kafadar'a başvurdukları twit, Küçük İskender'e izafe edilen veciz ifade ya da
Nilgün Emre'nin şiirlerine dönük eleştirilere siteminin birden fazla kez
tweet'leştirilmesi bu bilinçli tercihin örnekleriydi.
Son söz olarak; 2010'lar kuşağı,
gerek şiir içinde gerekse dışında hiçbir kuşakta görülmemiş düzeyde
"dijital medya" ile iç içe olma imkanına sahip oldu. 2010'lar Türk şiiri
hesabını yöneten kadrolar bu dili iyi konuşuyor, enstrümanlarını iyi
yönetiyorlardı. Dinamik ve provokatiftiler. Ancak, son tahlilde, bizi
ilgilendirdiği yönü itibariyle 2010'larda şiirin ne olduğuna dair bir şey
bırakmışa benzemiyorlar. Çünkü bunu hiç tercih etmemişlerdi. Onlar dijital
haberciliğin örneklerini, 2010'lar Türk şiiri gibi konsolide bir kamuoyunda
konuşturmak istediler. Bu yanıyla, 2010'lar Türk şiirine dair poetik değeri
olan bir söz eylemekte değil belki ama magazincilikte muvaffak oldular. Haberleştirme
hızları kıskandıracak düzeydeydi. Ancak, bu aynı zamanda onların kimliklerine
dair tartışmaları da anlamsız kılan bir eğilimdi. Gerçek kişiler tarafından
yönetilen hesaplarda yazılanları haberleştirirken belki hiç olmadılar, belki
tamamen yapay zeka tarafından yönetilen bir hesap birkaç ay boyunca Türk şiir
gündemini meşgul etti. Aslında bu da neden
sadece tekil bir merakın konusu olmaya mahkum olduklarını göstermiyor mu?
Kaygusuz 7, 2019.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.