10 Ocak 2008 Perşembe

Ne Mutlu ki Hayatın ve Tarihin İyi Öğrencileriyiz!

Bazen çabalarımız dışında da tarih akıyor ve tam da göstermek isteyip de başaramadığımız şeyleri zamanla uysallaştırıp gözümüze sokuyor. Diyebiliriz ki biz hayattan ve tarihten çok şey öğreniyoruz: ve yine diyebiliriz ki, hayatın ve tarihin iyi öğrencileriyiz. Çünkü tarih amatörize etmeye müsaade veren birşey olmaktan ziyade, kötücül örgütlenmeye müsaade eden bir kapı açıyor bize. İşte iyi öğrenci olmak da tam bu aşamada kendisini gösteriyor: kötücül bir örgütlenmenin kötücül neferi misin yoksa ideolojinin menziline girmiş bir masumiyet kumkuması mısın? Devam edelim: neyse ki tarih bize neyin sol olup neyin olmadığını zamanla öğretiyor. Bunda Türkiye'de iyiden iyiye ortaya çıkmış olan ve artık reddedilmeye bile gerek duymayan çeşitli pervasızlıkların katkısı çok büyük. Şu ana dek bir tek üst düzeyde, "Kürtleri keselim" diye bir pervasızlık yok henüz. Ki var aslında, "Türk oğlu Türk kızı Türklüğünü koru" diyen Türk Solu dergisini unutmayalım.

Ama bunun dışında da pervasızlıklar bize yardım ediyor: bazı yüzlere baktığımızda artık, pervasızlığın her tonunu fazlasıyla görüyoruz. Hem bizi incitiyorlar, hem de muazzam bir hırs depolamamıza yardımcı oluyorlar. Mübarek olsun. Tarihin ve hayatın iyi öğrencileri olarak biz bu iki alanın da bazı itiraflarla ilerleyeceğini de bilmeliyiz. Açık edelim: Kemalizm, sol değildir. Buraya kadar sıkıntılı bir durum yok. Çünkü biz Kemalizmin sol bir düşünce olduğunu iddia edenlerin saf olmadıklarını aksine bir beslenme kapısı açtıklarını söylemiştik. Misal: Cumhuriyet Gazetesi, İşçi Partisi. Böyle farz etmek ve bu farz üzerine yapılar inşa etmek sadece onlara ideolojik bir duruluk sağlamıyor. Bazı yakınlıkları da beraberinde getiriyor bu durum. Ama şunu da ekleyelim: Kemalizm, sol değildir. Ama sol da liberalizm değildir. Örneğin Fuat Keyman, Allah aşkına bir insan bin kere tv'ye çıkıp bir tane düzgün laf etmez mi? Artık "insan" denen bütünlükten o denli umudumuzu kestik mi ki - kapitalizmi bir veri olarak kabul edip, onu bezemeye çabalıyoruz. Fuat Keyman'a ve onun taifesine sorsak, CHP modern sol olmalıdır. Tamam da, üstte dediklerimizle çakışıyor: CHP modern sol olmamasıyla tam da % 20 oyu garanti bir partidir. Ayrıca liberallerimizin modern sola olan tecevvühü de modern solun kapitalizmin verili parametrelerine itiraz etmeyeceğinden ileri geliyor. Etmemesini istedikleri için de "uysal" bir solu gündeme getiriyorlar, sürekli.

Değineceğiz, Türk solunun geldiği "akıl tutulması"nın sembolizasyonu "ekşisözlüktür". Türk solunun ekşi sözlük kadar aklı vardır, ancak. Ya da eşcinsel belediye başkanı tartışmaları Türk solunun son tutamaklarıdır. Çünkü sol, tarihin kötücül güçlerinin kendisine biçtiği rolü oynamaya hevesli kadrolarca yönetilmektedir. Ve en kötüsü de sol, liberalizmin kendisinin bile bıraktığı saçma sapan bir "iyimserliği" liberalizmden miras almıştır. Liberalizmin atomistik bireyinin hedefe belirli enstürmanların iyi kullanımı neticesine varabileceği savı ile koşut, belirli olanakların kullanılmasıyla iktidara gelebilecek sol güçlerin varlığını farz etmenin bunda payı vardır. Kötücül güçler diyoruz, sola bulaştırılmış çirkin bir hastalıktır ki, kötücül güçlerin küresel kuruluşlar vesilesiyle yürüttükleri sömürü düzenini eğer bu kuruluşların seceresini ve soyağaçlarını vererek, kerterizlemelerde bulunarak yaparsanız/açık ederseniz, mazallah ırkçılık kökencilik sorgulamaları ile hemhâl olabilirsiniz. Oysa kötücül örgütlenme haritaları bu tarihsel imkanı sonuna dek kullanırken sola düşen ağzı açık ayran budalası iyimserliği ile Kyoto'nun, 301'in aleyhinde enerji sarf etmektir. Çünkü o zaman suçlanma damarı açıktır: "kökenci, ırkçı" bilmem ne..Oysa tam da bu durumdur ki, bize kötücül örgütlenmenin anlam dünyasını kavrama şansı tanır. Çünkü bu tahlili yapmak sanıldığı gibi, ırkçılık vs. değil tamamen sınıfsal bir durumun ifşaatıdır.

Nasıl olmaktadır ki, bir küresel sömürü düzeni hiçbir ideoloji ayırmaksızın bir takım adamları dünyayı yönetme enstrümanlarının çeşitli aşamalarında istihdam etmiştir. Ancak bu vesile ile ki, biz Çetin Altan gibi Türk solunun yeteneksiz, ayrıcalıklı, sermaye canlısı ve yandaşı bir kanaat önderini ve geldiği mevkiileri açıklayabiliriz. Ancak bu yöntem bu kötücül güçlerin seceresini ortaya koymak bir haksızlığın haritasını ortaya koymaktır. İyi insan olmanın haritası da burada yeniden yapılacaktır. Burada elbet alınganlık gösterenler, sol paradigmalarının kolaycılığının yıkılmasına tahammül edemiyenler olacaktır. Örneğin Küçükömer'i "Türkiye'de sol sağdır, sağ da sol" gibi çok basit ve yüzeysel bir vecizeyle kavramakta ısrar edenler elbet de onun çok daha derinde bir haksızlığa işaret ettiğini görmezlikten geleceklerdir. İşte tam da bu çevreler, bu oligarşidir ki, arzulanan sivil toplumun oluşmasında önemli engellerdir. Yine buradan gidersek, bize vaad edilen bu Ahmet Altan, Mehmet Altan, Eser Karakaş sivil toplumu zaten var olan sivil toplumun ta kendisidir. Bundan daha sivil bir toplum hayal etmek mümkün değildir, bu paradigmada. Sadece mümkünse sağ ya da sol olması fark etmez neo-liberal bir iktidar eliyle küresel sermayenin önünü biraz daha açmak gerekmektedir. Sendika yazısı yazmamış, Marksist-liberal Mehmet Altan gündemdeki sosyal güvenlik yasasının altına gözü kapalı imza atar. Utanmadan Küçükömer demeye de devam eder bakarsınız: oysa bunu utanmaksızın dendiği anda Küçükömer, Yakup Kadri'nin "Sodom ve Gomorrası"nı okumaya ve fakir evlerden buralara bakmaya gidiyordur". Kim bilir? Bize düşen bu kötücül örgütlenmenin enstürmanlarını teşhir etmektir. Tekrarlayalım: solun kendisine bulaştırılmış bu çirkin iyimserlik hastalığından sıyrılması gerekmektedir. Ve mevcutta sol olarak farz edilen şeyin bir heyuladan ibaret olduğunu açık etmek gerekir. Bu konuda Çetin Altan bize yardımcı olmaktadır neyse ki: ona göre: "globalizm, komünizmdir".

Medyaolojiye devam edelim: CHP'yi ve Kemalizm'i konuşmak zûldur. Biz sosyal bilimlerin safra belleyip attıkları ile bir ilerlemenin olacağını düşünüyoruz. Ama bugüne dek safra bilip attıkları ile değil. Dolayısı ile biz buna "posa" diyelim. Sağlıklı olan bu olacaktır. Gerisi dilsel bir kirliliği yetmezmiş gibi içeriksel bir kısırdöngüyü de beraberinde getirecektir. Örneğin CHP ve Kemalizm konuşmak posadır. Gündemden düşmelidir. Hem bu yapılar artık dinamize edilemeyecekler ve zamanla öleceklerdir hem de bu kavramlarla ilintili artık bir literatür oluşturma çabası bir enerji ısrafına neden olacaktır. Çünkü, açık etmelerle devam edilebilir ve bir süreklilik sağlanabilir. Aslında makûl bir yapılanmada şimdi benim yapacağım bu açıklama/açık etme bu konudan ekmek yiyen herkesin kapı önüne konulmasını sağlayacaktır ama burası Türkiye olduğu için "psikopati"-"sosyopati" ve başka bazı cevherler yeni sektörler ve ahlâklar yaratmaktadır.
Adorno'nun "yanlış hayat doğru yaşanmaz"ını CHP'ye uyarlamakta sakınca yoktur. CHP'nin bir varlık nedeni de kalmamıştır. Ayrıca son darbeyi vurmak gerekirse Türkiye'de Kemalizmin iktidara gelmesine imkan sağlayacak tek olay darbedir. Aptal değiller, Kemalistler de bunu biliyorlar, ancak bu dakikadan sonra darbe ile iktidara gelinebilir. Oysa buna rağmen medyaoloji bu konuyu kaşımaktadır. Çünkü biliyor ki, başkaca da ekmeği yoktur. Tekrarlayalım: KEMALİZM, SADECE DARBE İLE İKTİDARA GELEBİLİR"..Acı ama bu böyle.

Çünkü Kemalizm, hemen hemen hiçbir kalemde AKP'nin aklına bile getiremeyeceği birşey söylememektedir. Ayrıca Fuat Keyman gibi zekaların bizden talep ettiği solun modernizasyonu projesi de nasıl olacaksa Hikmet Çetin'lerle, Celal Doğan'larla, Mustafa Sarıgül'lerle yapılacaktır ki, sadece bunu düşünmek bile vahimdir. Sadece Hikmet Çetin'in Afganistan'da sömürge valiliği yapmış olması bile projenin boyutlarını gözler önüne sermektedir. Vahimdir. Ama ne mutlu ki bizlere, tarihin ve hayatın iyi öğrencileriyiz. Aynı zamanda bu bir hicran nedenidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.