Neyse ki yürüyüşler var zihnimizi berrak tutuyorlar. Zihnimizi bu sayede aktive edebiliyoruz. Ve bu sayede "paylaşım" aşkımızı, soyluluk iktisadımızı da beraberimizde götürebiliyoruz. Birçok anlamda bir bocalama içindeyiz. Hem de birleşik kaplar misali, bocalamalar kendini diğer kaba da tevdi edebilme gücüne sahipler. Bu beraberinde bir "direnci" de alevlendirsin isteriz. Ama bocalamayı aşabilmenin yolları da yine bizde gizlidir. Biz gizli olanları ortaya koymakla da görevliyiz.
Diyebiliriz ki: sosyoloji maalesef medyaolojinin bir alt dalı yapılmaya çalışılıyor. Kemalistler sosyolojiden korkuyor da olabilirler sosyolojiyi bir ehlileştirme metodu bellemiş de olabilirler. Ziya Gökalp örneği artık sağlıklı bir örnek olmaktan çıktı ve tedavülden kalktı. Kesişen kümeleri anımsarsak Ziya Gökalp'in Kemalizm ideolojisi ile ve bu ideolojinin çizdiği alanla örtüşmelerinin çok az olduğunu görüyoruz. Yetmiyor: Kemalizme ilham verdi denilen Gökalp düşüncesi Durkheimcılıkla da birebir örtüşmüyor. Bu yanıyla bu teraneyi hâlâ tekrar edenleri sosyolog değil "medyaolog" olarak vaftiz ediyoruz. Medyaoloji kuşkusuz 80 öncesi Kemalizmin bir alt koluydu.
Artık Kemalizm derken, (atarak ilerliyoruz ve ayrıntıların boğuculuğundan ve yavanlığından sıyrılıyoruz) Türk devlet yönetim geleneğini kast ediyoruz. Medya "resmi gazete" ile bu topraklarda başlıyor ve devletin bir imkanı olarak filizleniyor. Sivil bir medyanın mutlak mümkünatı bir yana bu topraklarda iktidar odakları sarkacının iki yanından birine meylediyor: bütün basın denemeleri. Medyaoloji ile "medyanın" 80 sonrası ayrı bir ideoloji oluşunu kast ediyoruz. Kendi ayakları üzerinde duran ve "manipüle etme" gücünün doruğuna varan bir medya. Bu beraberinde bir yazar tipini de getiriyor. Medyaoloji ayrı bir dal olarak hem bir ideoloji hem bir disiplin oluyor ki, artık tek başına gücünün doruğunda ve hafızasızlaştırma operasyonunun birincil aracıdır. 12 Eylül sonrası yaraların kapanmayacak denli açılmasında medyaolojinin payı büyük oluyor. Serpilmekte olan sendikalizm, öğrenci hareketleri ve sosyal dinamizm balyozlanıyor. Bu zeminin üzerine Özalizm varyasyonları ile kokuşmuş bir "küçük burjuva ahlâkı" oturtuluyor. Bu küçük burjuva ahlâk dünyası oluşturma eyleminde gazete ekleri başat. Ev dekorasyonundan gastronomiye, sanattan cinselliğe dek yeni alışkanlıklar edinen, hayatını tüketim histerisini estetize ederek oluşturan bir insan tipi yerleştiriliyor.
Burada geleneksel orta sınıfımızın çöküşüne tanık ediyoruz. Hem ekonomik krizler yani maddi aşınmalar hem de zihni dünya yani manevi aşınmalar ile bir parçası tamamen tasfiye edilirken diğer kısmı yerini bir küçük burjuva yaratımına tevdi ediyor. Bilhassa reklamcılık ve borsa medyaolojiye yeri geliyor eklemleniyor yeri geliyor iyi bir yol arkadaşlığı yapıyor. Kapalı iktisadımız tasfiye olurken, bir aile tipolojisi de çatlıyor. O aile tipolojisini "Neşeli Günler" ile size anımsatalım. Aileler dört yandan çevriliyor, çatlak veriyorlar. Medyaoloji bunu kutsuyor. Bazı plazalarda: "koy evladım, daha da çok soyunuk karı istiyorum" nidaları yükseliyor.
Coğrafyamızın sosyolojisini çözümlemek için "Tanzimat"tan bir kerteriz alınacaksa diğer kerterizinden 12 Eylül'den alınmasını tercih ediyorum. 12 Eylül ekonomiyi liberalize ve globalize etmek dinamiğini de örtük olarak amaçlıyor. Medyaoloji Kemaloji'den tam bağımsızlığını kazanamıyor. 90'ların sonunda bu süreç 28 Şubat'la açığa çıkıyor. Medyaolojinin bir kısım yazarı Kemaloji'den kaynaklı kovulmalara maruz kalıyorlar. 21.yüzyıl Türkiler için "ekonomik kriz"le başlıyor.
AKP'yi vücuda getiren ana etmenlerden biri 28 Şubat ise diğeri de ekonomik kriz. 28 Şubat'ın Kemalojinin zaferi gibi gözükse de "yıkımı" da oluyor. Pirus zaferidir. Ekonomik kriz ile Ecevit tedavülden kalkıyor. Kemaloji iktidar imkanını bir darbe ihtimaline erteliyor. Acıdır. Kanaltürk'ün potansiyel atfettiği her eylem aslında Kemalojiyi yenilgiye götüren adımlar oluyor. Ayrıca Kemalojinin sosyolojiye atfettiği imkan "ehlileştirme"den öte gidemediği için Kemaloji bu saflarda da yeniliyor. Medyaoloji bu süreçten sonra yeniden "balayına" başlıyor. Bu hem iktidarla geçinme biçimine dayanıyor hem de yakaladığı serbestiden kaynaklanıyor. Bu süreçte bir "sivil toplum" tanımı sularımıza sokuluyor. Bu sivil toplumu "Seda Sayan-Petek Dinçöz sivil toplumu" olarak vaftiz ediyoruz. Sivil toplumu devlet alanı dışındaki her yer olarak tanımlıyoruz. Sivil toplumun daha çok yere sokulmasından yanayız. Sivil toplum tartışmasının kamusal alan tartışmasından bağımsız yapılmamasından yanayız. Birinin daraldığı yerde diğeri genişliyor. Böyle olmasını diliyoruz. Sivil toplum genişlediği haliyle "sefihliğin" anonimleşmesi oluyor ki, ganyan-vodafone-iddaa-Şebnem Kısaparmak milliyetçiliği sabah programlarının bu dinamizmine eşlik ediyor. Yurttaşlığın alanını genişletmek, onu demokratize etmek eğitimin gerçekleşeceği bir alan böylece medyaolojize ediliyor.
Medyaoloji, sosyolojiyi "manipülasyon" bilimi ilan ediyor ve magazine ediyor. Sosyolojinin popülerleşmesi ve tavan yapması ile sosyoloji mezunlarının işsiz kalma oranlarının tavan yapması çakışıyor. Sosyolojinin tavan yapması ile "AKP"nin iktidar olması da çakışıyor. İki açıdan AKP tartışmalara ve enerji ısrafına neden oluyor. Birinci yanıyla tamamen "Kemaloji"nin tedavülden kalkması konu ediliyor öte yandan ise "başörtüsü/türban". Emre Kongar Kemaloji yapmaktan ekmek yiyen bir sosyolog. Düşünceleri 70 model bile değil. Comte, Durkheim arası bocalıyor. 1850'lere dek inebiliyoruz onunla. Ama tercihen 1930'lara atıftır.
Kemalojinin karşı cephesinde Nilüfer Göle yer alıyor. Türbanın modernizmin göstergesi olduğunu, tam da geleneksel başörtüsü olmadığı için "modern" olduğunu ifade ediyor.
Medyanın sosyoloji kazalarına en büyük örneği ise Şerif Mardin'in Ayşe Arman'la olan röportajında kullandığı "mahalle baskısı" kavramının çıkarttığı fırtınayla veriyoruz. AKP'nin siyasi İslam'ın temsilcisi olup olmadığı üzerine yürütülen "içtihad" Mardin gibi değerli bir düşünürün ve sosyal bilimcinin bile magazine olmasına neden oluyor. Kemalojinin vasıfsız köşe yazarları bu kavramın üstüne mal bulmuş Mağrib gibi atlarken, Baskın Oran retoriği ile "İslamcılar burjuvalaştı" gibi "reductio ad absurdum" bir duruma verilmemesi gereken prim Kemalojinin yüzeysel sosyolojisine verilmiş oluyor. Temelde vurguladığımız "Turhallı, hepsi de bir hallı" hâlidir. Sosyoloji bir magazin malzemesi oluyor.
Diyebiliriz ki, çok bariz bir "sosyolojik tespit furyası" var. Bu furya sosyolojinin dönüştürme gücünün bittiği yerde başlıyor. Sosyoloji ve bir tamlama olarak "sosyolojik olarak" kelime ikilisi fetiş hâline getiriliyorlar. Açık Gazete'den Yusuf Yavuz, Ünsal Oskay'ın bu furya içindeki son açıklamalarını ele alarak ( "benim beygirim senin kültürünün üzerine sıçsın" ) pozisyonların adını koyuyor: "beygir dışkısından sosyoloji devşirmek". (http://www.acikgazete.com/?action=journalist&aid=3356) .
İktidar sarkacının her iki yanını işgal edenlerinden buna itirazları yok. Medyaolojinin "mahalle baskısından" sonra en büyük malzemelerinden birini Nur Vergin'in "yeni ev duası" hediye ediyor. Nur Vergin yeni aldığı ev için dua okutmak istiyor fakat tereddüt ediyor. Acaba Aydınül Cihangir'den ne tepki görürüm diye düşünüyor. Buradan hareketle "dindarlar Cumhuriyet tarihi boyunca çok zulüm gördü" diyor. Ertuğrul Özkök öncülüğünde medyaoloji kendi yarattığı heyulaya kendi saldırıyor. Burada üzüldüğümüz nokta bir bilim insanının bu çarka kapılmasıdır. Medyaoloji "sosyoloji" derken ya da "sosyolojik olarak" derken şehevi bir takım duygulara kapılıyor. Emre Kongar itibarını fikirlerinden değil, şekil şemalden görüyor ki-acıdır. Sosyoloji bir medya malzemesi olarak tavan yaparken kendi buğulu gözlerini plazalara hediye ediyor ki, bu süreçle sosyoloji mezunlarının işsizlikten kıvrandığı süreç tam örtüşmektedir.
Mevsimsiz'de Yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.