Kulağımda hep o ses: "ben işemedim miki işedi!". Buradan bir ahlâk damıtılabilir mi?
Böyle sorular sorduk, konuşmamız boyunca birbirimize. Sapanca'da sazlıkların dibine oturduk. Yanımızdan ölü balıklar geçti. Yeni zehirlenmişler. El uzatma mesafesindeydiler. Nedenini bilmediğimiz ölümlerine rağmen-korkmadık, henüz harladığımız ateşe yeşil-boz balıklardan üç tanesini attık. Berbat bir şarap da cabasıydı. Balıklarının içlerini temizlemedik. Tatma aşamasında alnımızdan terler akmış olmalı. En sağlıklısı birbirimizin tarihçisi olmak. Birbirimizi izlemek. Yedikçe yedik. Gaz benzeri bir ağırlık verdiklerinde şarapla yokladık üzerlerini. Midemizde kaynaştılar.
Ağladık sonra. Buradan on kilometre uzaktaki köyümüze dönüşümüzü tartıştık. Dolu midelerle, kan kırmızısı parmak uçlarıyla. Çeşmeye yaklaştı, ellerini yıkadı. Balık kokmasınmış. Gaz bidonlarına ağzımızı dayamış gibiydik. Yine de düşünceli düşünceli birkaç kilometre yürüdük.
-ben seni hep sevdim bil.
Kustum:
-ben de seni kardeşim..
-ben de seni kardeşim..
Bir iki kilometre daha. Mavi, simsarların elinden çıkma levhaların altından, rakım şu- beldemize hoşgeldiniz(bu kez yeşil levhalar) ilerledik. Ayçiçeği tarlalarına girdi apar topar.
"sıçmam lâzım.."
"sıçmam lâzım.."
Uzaklaştık. İşini bitirdi. Kopardığı ayçiçeğinin yumuşak tarafıyla kıçını sildi. Rahatladı.
-sakın seni sevdiğimi sanma ha! ölecem sanmıştım da, günah çıkarttım..
-iyi peki bakalım öyle olsun..
-iyi peki bakalım öyle olsun..
On dakika sonra ilk ayçiçeği tarlasına da ben girdim.
Öyle günlerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.