12 Nisan 2007 Perşembe

Fragmanlar III


Kaldırdın mı indirmeyeceksin!
*
Fırtına diye bir dizi var. En başta iyiydi. Karadenizliler doğayla içiçe olunca tadından yenmez oluyorlar bunu anladım. Karadenizli bir yengemiz var: numunelik. Biz de Karadenizliyiz. Ama 100 yılı bulur en yakın Karadenizlimiz. O yüzden Trabzonluyuz diyemiyorum hiçbir yerde. Ha, Remziye yengemiz ne tatlı ne cevvâldir - konuşması akar. Ballı lokma tatlısı gibi, şerbet gibi, oturun dinleyin. Bir oda müziği gibi, içinize işleyiversin. Nüktedan o. Pür samimiyet o. Rizeli o da. Anlatır durur. Rize'nin yerel hikayelerini. Her biri başka latif. Bakın Nihat Genç'i, Volkan Konak'ı, Fuat Saka'yı da çok severim. O samimiyet onlarda da bir hayli vardır. Bu dizi tipi minyatür kalede bile bu böyle. Ama şehre gelmeyegörsünler (bu dizide): hele ki aynı eve toplanmaya görsünler. 15 tane birbirinin kafasını üten adam oluverdiler. Şehirli Karadenizliler neden bu kadar uzaklar bana?
Mesela Kamil Sönmez'i gördüğüm yerde kaçarım: şirinlik yapsa da tutmaz - tutamaz.
Üstelik keşke Karadeniz Sahil Yolu'nun da bir eleştirisi yapılabilseydi bu dizide: beyhude bekleyiş.
*
Kendimi eleyeyim: en büyük çuvaldızlar bana olsun. Yaksın canımı: tutarlı cümlelerimi, basiretsiz eylemlere döndürsün. Dönüp dolaşıp kendime acıyayım. İt otobüslerine bineyim. Tıngır mıngır, cam önlerinde kediler gibi tırmaladığım güneş. Kendimi şu tiple tartıyorum şimdi: Gülriz Sururi'nin yemek programına katılıp yemeğin önüne gelmesini beklerken şirinlik yapan, dirseklerini dayayacak yer bulamayan, ille de nezih-kibar konuşan konuk. Kendime Gülriz Sururi estetiğini yakıştırayım. Bugünlerde en çok bu'yum. O yüzden şimdilerde kimseye lafım yok.
*
Yurt kantinlerinde yeni bir tip türedi: Mourinho'cu ülkücüler. Chelsea'nin maçı olmayıversin, futbol zevkinin, taraftar olmanın içine ediveren bu takım tv ekranlarına konmayıversin herkes tv başına koşuyor. Yurt kantinlerinde Chelsea'li ülkücüler türemiş.
Ben ettim oldu - üttüm öldü hesabı mı? Güç tutkusunun bir başka tezahürü.
*
Üç gündür üstüste Teleferik'e gidiyorum: içimde hep acı. Yukarılara çıkma isteği. Bir yalnız otobüse atlıyorum. Bakına bakına. İndiğim duraktan yine aşağı yürüyorum. Park, bahçe, birkaç evden sonra dağ yükseliyor: Bursa bitiyor artık. Güneş canımı yakıyor- yağmur gönlümü buduyor. Sonra belki bir çay. Ve yürüyerek dönüyorum. İniyorum aşağı. Işıklar askeri lisesi. Hüzün. Saat 5'te izinden dönenler. Zayıf askeri lise öğrencileri. Bir aralık var: orada durduk Mustafa ile. Tahmin ediyordum - askerin biri (apartman gibi bir yerin girişinde akşam güneşine karşı nöbet biriktiriyor) yanımıza geliyor: gözucuyla bir adım geri atıyorum. Kibar bir sesle, bu sarışın zayıf hüzünlü çocuk - orası sakıncalı bölge diyor. Kolay gelsin diyorum. Neyin sakıncası - burası sadece bir manzara. Senin için de benim içinde bir manzara  diyorum içimden. İçime pis bir sıkıntı çöküyor.

Başak Teleferik'te otururdu. Terminal otobüsünde her sabah o nezih insan, gerçek bir gönül adamı Olgun Bey'i görürmüş. Olgun Bey hocamdır:o bir kenara o titri devlet vermiş, o alsın geriye ne isterse yapsın - Olgun Bey abimdir, dostumdur. Kendisini Belediye'deki odasında ziyaret ettikçe iyi oluyorum: ruhum irileşiyor. Bakmayın hırsıma, Başak dostumu da seviyorum.
Geçen gün selamsız sabahsız insan solcu felsefeci Özgür selam verdi: kıvanç duydum. Kızmıştım ona. Selamı yerde bırakmadım. Aldım derimin az altına soktum. Ona da bol selam.
*
Dostlar ben İhsaniye'den Heykel'e çok acılı bir akşam yürüyüşü etmiştim: Kelimeler Palas'ın ordaki eve uğramadım. Özgür'le bir bankta oturduk. Anlatamadım derdimi. O dert artık yok.
Özgür'le Ahmed Adnan Saygun ve Rey üzerine söyleşmiştik.

Teleferik yüreğimi zeytinyağlarıyla ovdu.
Ardından kızdırdı.
*
Hüdavendigar'ı dostum Erhan'la hemhal kıldım zihnimde. Erhan büyük dost. Bir mesafe girdi aramıza. Bir patavatsızlık ettim. Kırdım onu. Yine de kesmedi benle ilişkisini. Erhan bir değişik adamdır. Çıldırtıcı akşamüstlerini nerde nasıl hangi çile içre geçirir? Şimdi kendime onu sorarım - Boşnakça bir türkü çalarken.
*
Yoksuli Tek diye bir adam var a dostlar! Yüreği de kendi gibi iri. Sessiz, sakin, kederli. Çok şey anlatacak bıraksak. Kendi duvarlarını aşıp atlayamıyor bahçeye. Pis herifin biri toplarını kesmiş çocukların. O duvar öyle bir duvar ki..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.