"Aşk döküldü üstüne ovaların yarına çiçeklerin çocuklar "(Yiğit Sözüner)
Fena bir filmdi. Üstümüzden geçti adeta. Hem de şair dostum Yiğit Sözüner'in dediği gibi ovalara dökülse de, deltaları bulduysa da su önünde sonunda, kanımızı da beraberinde götürdü de yaptı bunu. Bugün kendimizi bu hâlle, bu uçta olmak estetiği ile sınıyoruz. Kabul görmeme ama yine de onla, muhattabımızla birlikte olma, onu ille de boş caddelerde belki de görme ihtimali ile yanıp kavrulma, nefessizlik hâli, iç mekanlara sığamama durumunda buluyoruz.
Muhattabımız bizim tek muhattabımız artık hayatın içinde - belki hayatı da aşan. Lebenswelt'in bir yaşam dünyasının tekil sonu. Nihai amacı. Periferi ile merkezi, var ile yok'u bir kılan: gövdesinde patlatan bir intihar bombacısı, tutku şimdi. Tutku Şile'de denize girmek, Beyaz Mantolu Adam gibi, karşı kıyı Varna'dır, Bükreş'tir, Kırım'dır demeden, dalgakıranın hemen dışındaki patlayan yıldırımların üstüne yüzmektir. Bu otobüs - bir otobüs: bizi İzmir'den Kars'a fırlatır: uyandığımızda bembeyaz karlı dağlarla..
Masumiyet'i izlemiştik. Birlikte. Bir akşam. Geceyi bulmuştuk. Saar 8'de kampüsün kış ışıklarına, belki yağmura çıktığımızda içimizden yürüyen ve deltasını arayan suları hangimiz hangimizle paylaşabilirdi? Aynı şeyler miydi? Hangimiz yaşamamıştık ki platonizmin en sapkın hallerinden birini. Tam da bu birini. Ne olursa olsun senleyim. Ben şuraya kıvrılırım, yeter ki burada olayım - senle.
Arkadaşlarla konuşuruz ama aklımız onlarda değildir. Yemekler yenir. Tilki uykuları ardından.Musiki bir avcı kuş. Boşa bekler avını. Kendi ensemizde büyür sarı-kara çıbanlar. İrinler kalbimize akar. Biz "yalnızlıktan" değil artık, "onluluktan" yana kanarız. Evet kanarız tam olarak. Platonizmin bu sapkın hâli bizi kanatır. Sert tırnakları vardır: sert, sivri..
Böyle günlerde Eskişehir sabahları daha da yalnızlaşır? Edip Cansever'ce acı ile sevişmeler, tenlerden acıyla kalkmalar falan hep "onu" hatırlatır.Tenle tini eklemleme vakti geçmiştir artık. Kanyon yarılmıştır. Böyle gecelerde, muhattabımızın her muhattabı düşmanımızdır artık. Kül tablaları fırlatılır, ısrar, arzu "high" olur. Varsıllıktan vazgeçilir. Yoksulluğa ise hiç sıra gelmez. Tenin ızdırabı yerini tinin görkemli bitimine bırakır. Masumiyet'i izlerken işin başını bilmeyen bizlere bir silah doğrultuyor Demirkubuz. Bir lümpen başlangıç noktası yine de "tutku" evrensel dili ile film izlemek için çaylarını demleyen bizleri de tedirgin ediyor: çünkü basılan aynı damardır.Bizi bugün istemediniz, yarın hiç istemeyeceksiniz ve şöyle diyeceksiniz: "bana tutkuyla bağlanma - ben tutkudan korkarım".
Köy geceleri uykuya evlatlık etmez: şehvetle yalnızlık içiçedir. Ey Görükle'yi kendi ten sefalarına mabed kılanlar - yurtlarda, apartlarda, evlerde. Bütün o vıcık vıcıklığınızda, yan odanızda "ölmek üzere olan" bir yalnız hep vardı. Hep biteviye büyüyen intiharlar eden ve ertesi sabah yine çoğalan aşık gregor samsalar vardı. Garlı kentlerin öldürülmüş çocukları, tutkuyu helvayla ekmeğin kardeşliği gibi katlayan çocuklar pis minübüs sabahlarına uyandılar.
Masumiyet'i izleyen bizler: hikayenin kalanını "Kader"de buluyoruz. Bulduk sandığımız şey, bir zamanlar bizde kayıp birşeydir. Değirmenler öyle dönmüyordur artık bizde. Çiçekler kan ovalarında açıyordur. Yarınlara çıkmanın yolu "safrayı" atmak mıdır? Bekir bunu başarabildi mi? Biz Bekirlerle kalbimizi attırmayı başarabildik mi? Biz üniversitelerin kafelerindeki "kırgın aşklar" masalarında saygı duruşlarına giriştik mi hiç? Bak şu masada ölü doğmuş çocuklar yatıyor. Bir zamanlar şu masaların içtiği sigaralar, hangi patolojinin küllenmeye yüz tutmuş bayrağı idiler.
"Sabah sancı kusuyorum güzel yüzlü kızların eline
saçları boya kokuyor benim ayaklarım işkence.." diyor Yiğit Sözüner bugün.
saçları boya kokuyor benim ayaklarım işkence.." diyor Yiğit Sözüner bugün.
Biz bugün ne diyorsak, tam da o olmamamızla diyoruz.Demekteyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.