29 Aralık 2007 Cumartesi

2007 Günlüğü: Takvim Varlığımıza Nasıl İlişir?

Temmuz:
Temmuz'dan başlatalım yılı, bizim için. Temmuz'la birlikte iyice kabak tadı vermiş olan bir başka şehir ve üniversite bitti. Nihayete erdi. Temmuz'un birinde, sabah Erhan'ların evinde herkeslerden önce kalkıp Hüdavendigar'da çay içtim, poğaça yedim. Kendimce şehre tepeden bir teşekkür ettim. Ilık bir rüzgara kendimi teslim ettim. O yazı hâlâ bir yerlerdedir. Diri bir sabah senfonisinin yazısı da diyebiliriz. Bilenler bilir. İsmail arabasıyla bizi terminale kadar bıraktı. Başak'tan ödünç aldığımız sobayı da sırtlandık. Akşam İstanbul'a vardığımızda "yıl" yeni başlıyordu.

Ağustos:
Askerlik şubesi işleriyle uğraştım. Yüksek lisansa başvuru yaptım. Avşa'ya gittik. Vişne-votka içtim. Her sabah yataktan kalkınca birşeyler okudum.  Gizli şeker çıktığından beri "acıkana kadar" süreci ortadan kalktı. Yataktan hep aç kalktım. Çayı koydum. Çaydaki huzuru dinledim. Görüşülemeyenlerle görüştüm. Telefon irtibatları, buluşmalar ve Yiğit dostumuzla İstanbul gezilerini çıkınımıza doldurduk.

Eylül:
Yüksek lisans olayı olmadı. İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Sosyoloji Bölüm başkanı ve dekanı Korkut Tuna'ya küfür dolu bir mektup yazmamak için kendimi zor tuttum. Sonra kendi kendime en çok hangi hocamı sevdiğimi sordum, cevabını bulamadım. Başak'la Kadıköy'de görüştüm. Olgun Hoca'nın Eminönündeki odasında huzur buldum. Kitap okumadım. Adaçayı içtim. Rahatlıkla uyuyamadım. Yüksek lisans olayı gerçekleşmeyince saatlerce yollarda sürttüm. Aziz dostum Yiğit'le pastane açmayı düşündük. Yiğit tiyatro sularına açılınca kendimle kaldım. Baba Uğur trafik kazası geçirdi.Yıldo Polonya'ya gitti.

Ekim:
Gecelerimi güzelleştiren, akşamı demlendiren "onla" yürüyüşlerimiz direncimi artırdı. Kendimi bildim. Yeniden yazmaya başladım. Küfür ettim. Müzik dinledim. Olgun Hoca Beykoz'a taşıdı odasını. Yataklarda üşümeye başlandı. Tütünle ilişkim çetrefilleşti. Pipoyu bıraktım. Alkolü azalttım. Aşkı çoğalttım. Reha Mağden sevgim güçlendi. Ece Ayhan-Enis Batur hattının teknik şiirini yaşarken, Süreya-Cansever hattının coşku şiirine döndüm. Hayat da oraya döndü. Romanımı kaybettim. Başak'a sordum, yedeği varmış. İçim rahatladı. Ama kendi kendime romanın aslında ne kadar kötü olduğunu itiraf ettim. Yeniden yazı yazmaya başladım. Yayımlanmayacağını bile bile dergilere şiir yolladım.

Kasım:
100 kg oldum. Rejime başlamak için geriye saydım. Rejime başladım. Hayatımı bilerek yalınlaştırdım. Çevremde insan kalmayınca eski kötü alışkanlıklarımı bıraktım. İnsanlarla uğraşmayı kestim. Daha derlendim, toplandım. Her gün 7-8 km yürümeye başladım. Ayaklarım yara oldu. Mezarlıklara gittim. Adaçayı,sahlep, yeşil çay ve azcık bira içtim. Bir seçim anında olduğumu, hayata orjinal zorluğunu iade etmem gerektiğini kendi kendime söyledim. Spor yazarı olmak için girişimlerde bulundum. 25-26 iş başvurusundan sonuç alamadım. Sağlık olsun dedim. Kurtuluş Kayalı'yı ve yerli düşünceyi ne kadar sevdiğimi gördüm. Kendimi gördüm.

Aralık:
6 kg verdim. Şiir yazmayı bıraktım. Her bulunduğum ortamda kaygı ünlemlerinin önünü kesmek için "işsiz" olduğumu göğsümü gere gere ve hatta bazen kunt bir bezginlikle önceden söyledim. Bir daha üniversitelerle işim olmayacağını kendi kendime telkin ettim. Radikal gazetesini 1.5 yıldır zaten okumuyordum. Radikal okuyan üniversite öğrencilerine ukala ukala baktım. Acıdım. Askere gitmek fikri aklımı çeldi. Saul Bellow'un "harikulade" Boşlukta Sallanan Adamı'nı andım. Şehri dolaştım. Özdemir İnce'nin bir şiirini dilime doladım: "tam dokuz aydır şiir yazmadım / kitap açarcasına yapılara baktım /sakal bıraktım,  domuz eti yedim." 

İnternet dergisi Mevsimsiz'de yazmaya başladım. Hep adap demekten şikayetçi olsam gerek ki, "dökülelim artık" dedim, "sırasıdır".

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.