Yeni işleri de sıraya diziyoruz, zamanla: dizeceğiz. Yürümek ( ateşli bir yürüyüşçü olmak) bize sadece sağlam bir vücud vermez, bir kent bilgisini de beraberinde getirir. Bir kenti arşınlamanın bir terbiyeyi de beraberinde getireceği gibi, getirdiği gibi. Kentin haritalarını adımlarımızla yeniden kurmak için gücümüz vardır.Buna hazırlıklı hissederiz kendimizi. Zamanın da terbiye edeceklerine ihtiyacımız vardır, çünkü. Bedeni imkanlarına bölmek değil arzum. Bedeni bir bütün dolayısıyla başlı başına bir imkan olarak kabul etmek. Onu kutsamak da değil yapmak istediğim: onu da aşan, bir varoluş atlasının mütevazılığına varmak.Bu aşamada "somutların" verililiğinden istifade etmek insanca pek insancadır. Ama ola ki biz insanı da sevmeyiz. İnsanın kötücül olan yanını. Oysa insan da bütündür. Ruh bütün-beden bütün.
Resim: Topun Üzerindeki Akrobat - Picasso
Sıkışma anlarımızda, hayat tıkanıklıklarında aradığımız düzenleme enstrümanlarının da bütünlüğüne geleceğim elbet. Dedim ya. Okul bitti. Fanusta yaşamadım. Başıma gelecekleri bile bile, okulu bitirmek istedim. Birincisi askerlik. Bunu hiçbir zaman sorun olarak görmedim. Bu konuda çok da kaderciyimdir hatta. İkincisi de iş. Kalibremizi ve formasyonumuzu etiket olarak kullanacağız, kişisel gelişimden kastedilen kapitalistik kipleri. Oysa biz "adab" diyoruz. Bir adaba işaret ediyoruz, dirayetin kulbundan tutarak. Ama diyorum ya: bu atalet de bizi çirkinleştirdi. Temmuz'dan beri karın ağrıları, müziksizlik ve stres. Kalın insan olmak lâzım. Bir başka tip kalınlık. Sağlıklılığın ötesinde. Kendi kendini yiyen tiplerin kronik hastalıklarından mustaribiz. Hayır, boşluğa düşmek falan değil. Bu hâli de estetize etmeyi biliyoruz, şükür ki. Kendimi eğer tek bir yönden öveceksem, o da ontolojilerin toplamında bir ontolojinin anlamına vakıf olmak hâşa değil ama "oraya doğru gitmek"tir. Olmaktır. İşsiz kalmak, ölüm, aşk acısı. Bütün bunlara şerbetliyiz. Bunu kabul ederek dünyaya bakıyoruz. Telaşlı hâllerimiz yok.
Ama fiziğe de yansıyor: bir tükenme ve tüketme ritmine giriyorsunuz. Anlamıyor değilsiniz, olup biteni. Zerre acı yok belki ama. Üniversitenin son yılında bilhassa iyiden iyiye netleşmişti, zihnimdeki bir damar: basbas bağırıyordu. Beni hep ontoloji çağırır, böyle böyle. Türkiye'de hayat standartları ve yaşam süresi, mutluluk fetişizmi, kariyerizm vs. gibi süreçler, bir sürü başka dinamik bitiştiğinde, "kitaplarla" bireysel bir dünya dışında dünyalar kuramayacağım belliydi. Dünyada hiçbir meslek yok ki,insana okuduğu için para versinler !" diye züğürt hüsnü laflara da şerbetliydim zaten.
Israrla söyleşiyoruz, "hayata orjinal zorluğunu iade etmek" diye. Önemli olan bu. Bir üniversitemize yaptığım başvuru abuk subuk nedenlerle reddedildi. Canımız sağolsun. Bu durum, kararlarımla örtüşmedi de değil. Bana ısrarla yardımcı oldu hatta. "Barış İçin Hin Şiir" isimli şiirimde var. Beyazıtta kapısı olan üniversite hani. "O kapıdan çıkar / o kapı hepimize girer" diyorum. İyi diyorum vesselam.

Heykel: Saim Bugay
Evet, yürüyüşler bize kent bilgisini verirler. Aslında siz alırsınız, kent bilgisini. Kentin bilgisine vakıf olursunuz, hırsla. İlk gün ayaklarım yara olana dek, yürüdüm. Önce Cerrahpaşa'ya, ordan Aksaray sanayinin içinden Yenikapı'ya ve Kennedy caddesi boyunca Eminönü'ne. Ertesi gün Fatih üzerinden Balat'a. Öbür gün, Yedikule üzerinden Zeytinburnu'na. Devamında: Beyazıt, Eminönü ve son olarak Beşiktaş'a ayrılmış günler. Uzun uzun yapılan bu yürüyüşler sadece kiloyu geriye çekmeye yaramadı. Birincisi kendimi ve nefsimi terbiye ettim. Yemek yiyen bir adam olmaktan nefret ediyorsunuz, zamanla. Organik bütünlüğü önemsiyorsunuz. Vücudunuza handiyse daldan kopmuş intibaı vermeyen hiçbirşeyi sokmak istemiyorsunuz. Yoğurt ve meyvelere sempati besliyorsunuz. Kereviz, ıspanak, bakla ve pırasa hastası oluyorsunuz. Olmayanları kınıyorsunuz.
Değme sosyoloji kitabına beş çekecek olan DR. Haluk Saçaklı'nın "Sağlıklı Yiyerek Zayıflayalım"ını başucu kitabı ilan ediyorsunuz.
Zamanla güzelleşiyorsunuz bile. İnsanların yüzlerine bakıyorsunuz. Bir camii duvarına çöküp dinleniyorsunuz. İnsanları izliyorsunuz. Taştaki yosunu kokluyorsunuz. Ama çok sağlıklı bir öfkeyi de büyütüyorsunuz içinizde. Estetiğimize, tüketim kültürümüze. Ota boka hicranlanmak saçmalığından da arınıyorsunuz. Rejim değil yapılan şeyin adı. Bir hizalama, bir ayar. Ama reform değil ha, devrim. Pencereleri açıyorsunuz, fena mı? Karşı damlarda kızıllaşan akşamın içinden geçen martılara bakarak, orta sınıf evlerinin ışıklarına bakarak, ve ille de açmışsanız klasik müzik..ama bilmezsiniz de gramerini- ama ille de terbiye etmek isteriz kulağımızı güzel şeylerle.
Balat yürüyüşünde, Karagümrük'ü baştan aşağı yürüdüm. Öğreticiydi. Sonra Zeytinburnu dedemin mezarı. Kış günü. Ve bol yağmurlu. Kimse bana ilişmedi ya. Camları ardına kadar açmayı biliyorsunuz bir kez. Sonra yürüyerek düşünmek de müthiş bir ufuk açma tecrübesi. Zincirleme düşünüyorsunuz. Ama alkolün ve tütünün pis ağırlığından da sıyrılmak lâzım bu süreçte. Acınacak hâle düşmemeliyiz. Yeşil zeytin ve kırmızı şarap aşkımızı mahfuz tutaraktan ama. Yetmezse Ahırkapı'dan karşı kıyıya da bakarız: ve bir vapura da- nereye gittiği belirsiz.
Biliriz artık: beden bir imkandır. Olmaya doğru açılan kapıyı zorlayan bir imkan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.