1 Ocak 2008 Salı

Anti-Totolojizm Bir Sorumluluktur

Israrla kaçınılması gereken şeylerden biri de "entelektüalizan totolojizm".. Totolojinin mutlak gereksiz ve kötü birşey olduğu fikrine yaslanmıyor elbet bu kanı. Daha ziyade, "entelektüalizmin" sığ sularının, en azından onun hayattan koptuğu anı kutsayıp, o anlarla bütünlendiğinde "totoloji" hiç yoktan bir tehlike oluyor. Kesinlikle totolojide güç ısrafından dahası var. Belki de bu da ısrarla gözden kaçırılan birşeydir: totolojinin bir ideoloji olması. Aslında, iddia edelim ki, totolojilerden daha çok entelektüalizan totolojiler, ideolojiktirler.

Türk akademisinin kısır döngüselliğine vurgu yapıyoruz. Aynı oranda aymaz bir itiraz bu. Kısır döngüye vurgu yaparken, ondaki "saflık" temalı bir acıma duygusu var en başta. Bu acımadan hareketle handiyse buradaki ideolojik ekseni gözden kaçıracağız. YÖK ve onun hizaya getirdiği Türk Akademisi, totolojileri çok seviyor. Bu bir tesadüf olamaz. Kemalizm de totolojileri çok seviyor. Totolojileri "bilginin tekrardan ibaret" olduğu bir Aristoculukla aynı masumiyet kefesine koyamayız. Totolojileri bize safiyane olandaki "şeytansılığı" veriyorlar. Tekrarlıyoruz: Türk akademileri totolojiyi çok seviyor. Çünkü başka atımlık barutu yok. Bunu kendisi de gayet iyi biliyor. Keza Türk basını "totoloji" ile balayı yaşıyor. Radikal, Zaman, Cumhuriyet ve Vakit gazeteleri en mide bulandırıcı "totoloji" harikaları.

Ama totolojiyi tam orta yerinden bozmakla, kırmak ile ilgili bir sorumluluk ise, zaten aydın namusundan geçiyor. Kendi totolojini hangi raddede kendin kırabiliyorsun? Bu soruyu sorarak başlayalım. Bir "totoloji" ile başlayalım. a) Entelektüel meseleler, entelektüellerin meseleleridir. b) Bilginin ulaşılma yolunun biricikliğinden ziyade, bilgiye ulaşma yollarının iktidar mekanizmaları vardır. Açalım: bir entelektüel vaiz, az çok Leninci bir tavırla "aydınlatıcı" sıfatını içten içe kendine layık görse de, totalde bilir ki, asıl muhattapları olan entelektüellerle çarpışır. Karşı yazı kaleme aldığı ideolojik tarafın tezlerini ortaya serer ve karşı ateşe başlar. Temel mantık bu'dur. Ve sirk maymunluğuna soyunulmazsa, tarih de bizi buraya götürmektedir. Devamla: aslında çok iyi biliriz ki, bizi hizaya getiren deneyimler, bizi entelektüel tertibe sokan o "ateşten" deneyimler bu tartışmaların bir tarafındayken başımızdan geçmez. Ya üçüncü bir kişiyizdir.(Ancak yine de entelektüelizdir) Ya da kendi odamıza çekildiğimizde, hesaplaşmalar nihayetinde bir diyalektiğe gideriz. Ya da diyalektik alanı bizim hesaplaşma alanımızdır da.
Ancak bunun dışında kalan tipten bir entelektüel faaliyet alanı olarak yazı, totoloji olmaktan öteye gidemez. Bir şeyi kötü nitelendirmek için de "totoloji"yi kullanmıyoruz, dikkat edelim: entelektüalizan totoloji'yi kullanıyoruz ki. Bu şu aşamada, kötücül bir sıfattır.Türkiye'de entelektüalizan totolojiyi en iyi yapan gazete kuşkusuz Radikal 2. Zaman gazetesi bir kitleye hitap etme lüksüne sahip: yani "öğretici" bir yanı var, bunu ıskalayamayız. Ya da Vakit, diyelim. Ancak bu gazetelerde olmayan ve Zaman'da olsa da "karikatürize" olmaktan asla kurtulamayacak olan entelektüalizm, ziyadesiyle bir iddia olarak Radikal 2'de var. Yani Radikal 2, bir paradigmayı temsil edenlerin,bir aydın klanının gazetesi. Tıpkı Cumhuriyet gibi. Radikal 2'ye fikri desteği en çok Birikim çevresi sağlıyor. Ki bilhassa son dönemde Birikim'in "entelektüalizan totolojinin" lokomotifi olduğunu biliyoruz. Kötü bir benzetme olacak, basitleştirelim diye söylüyorum: yetenekleri tartışılır olan ama 40 senedir de köşe işgal eden Çetin Altan'ın bir tabiriyle: "Türk'ün Türk'e propogandası"..
Bu tabiri, bu kesime karşı kullanmak da ayrıca çok akılcı bir yöntem. Çünkü evrensellik iddiasının başat olduğu bir okulun ortasına dinamit koymanın yolu onların "biz bize benzerizciliği" vurgulamaktan geçiyor. "Haklılığın inadı ile" devam edelim: Birikim'in 207. sayısında Nilgün Toker bir yazı yazıyor.

Ülke gündeminde bir operasyon var. Bir yandan da bu operasyona kanalize olan, belki de edilen bir milliyetçi hissiyat patlaması- Murat Belge bütün çok bilmişliğiyle buna "linç kültürü" diyor, var. Ülkenin aydınları taraflarını belirginleştiriyorlar. Bir kısmı "mainstream" medyanın rüzgarlarından bir kısmı içindeki histerilerden mütevellit savaştan yana kart koyuyorlar. Burada Birikim çevresi ise elbet de haklı olarak, savaş karşıtı bir tavır alıyor. Burada tartışılacak, aksi söylenecek ve suyu bulandıracak birşey söylemek çok büyük haksızlık olur. Meselemiz de bu değil zaten. Burada mesele, ana motifi "savaş karşıtlığı olan" solun bir temsilci kesiminin bunu kendi kendine tekrarında yatıyor. Yazının adı: "Anti-Militarizm Bir Sorumluluktur". Günaydın, diyoruz.

Bu yazının yazılma amacı, niyet olarak kötü olmayan bu yazının işlevsizliğine vurgu yapmak: yani Nilgün Toker'in "Türk'ün Türk'e propogandasını" deşifre etmek. Bu yazıyı Nilgün Toker, Birikim dergisinde ve doğal olarak Birikim çevresine hitaben kaleme alıyor. Bu bahsettiğim olgu, en başta söylediğim "a" maddesi ileörtüşüyor. Entelektüel meseleler entelektüellerin meseleleridir. Yani Nilgün Toker entelektüellere hizaya gelin, diyor. Haklıdır. Ancak, burada bir safiyanelik var ki, bu da "b" maddesinde gizli zaten. Her paradigmanın bir iktidar mekanizması olduğu gerçeği. Yani Nilgün Toker bu sözü ancak Birikimcilere, ÖDP'lilere ve Radikal 2'cilere anımsatabilir. Çünkü, "safiyanelik" dediğim hâl burada gizli: bir savaş çığırtkanları savaşın ne kadar kötü birşey olduğunu bilmiyor değiller, Nilgün Toker'in anımsattığı şeyi, insan olmaklıklarına rağmen yapıyorlar,belki de insan olmaklıkları onlara bunu yaptırıyor. İki, yazıda bahsedilen ve az sonra tek tek örnekleyeceğim totolojilerin muhattapları milliyetçilik-ulus devlet-militarizm sürecini bilmiyor olamazlar. Bu anımsatmanın onlara yetmeyeceğini Nilgün Toker de gayet iyi  biliyor. Peki ben burada sorumu soruyorum: o hâlde bu yazı neden yazılıyor? Bu soruyu bilerek cevaplamayacağım..

Örneklerimize geçelim:
kendi namusuma uygun olarak, zaten "tanım" olarak verilen şeyleri size bir daha vermiyorum, çünkü bu terbiyesizlik olur. Ama yargı olarak dile getirilen şeylerin de aslında "basit tanımlardan ibaret" olduğunu göz önünde bulundurmanızı istiyorum. Bilhassa bu yazı bu işin şahikası. Bir insan hangi makale için enerji sarfetmemeli sorusuna, "mükemmel" bir cevap.

"Teknik ve araçsal akıl temelinde tesis edilen modern devletin temel niteliğidir militarizm ve modern devlet, kapitalizmin düzen ilkesine göre kurumsallaştırılmıştır. Bu düzen, içinde yer alacak tüm ögelerin yerinin ve işlevinin belirlendiği, dolayısıyla toplumun üyelerinin her birinin düzenin bir parçası olarak işlemesinin sağlandığı bir kontrol düzenidir. İnsanlar arası bağıntının, insanlara ait bir nitelikten değil, onları bir düzen içinde birarada tutan kontrol sisteminden kaynaklandığı bu modern devlet yapısının esası, niteliği bakımından aynılaştırılmış, işlevleri bakımından farklılaştırılmış insan topluluğunu güç ve zor altında birarada tutmak ve zoru, güvenlik ve barış adına meşrulaştırmaktır. Böylece devlet, bir yandan düzene uygun insanı biçimlendirme araçlarını, diğer yandan da bu düzeni muhafaza edecek aygıtları içinde taşıyan örgütlü bir güç olarak kurumsallaşır..."

Radikal 2'nin yazarları ve hatta karşı kampın ulusalcı sağcı ve solcuları yedikleri haltın ne olduğunu gayet iyi biliyorlardır, buna eminim. Nilgün Toker'in bu sözleri bir ihtar gibi sarfettiği insan eğer Cumhuriyet mitinglerine katılan "orta sınıf aydın", memur ve Aleviler ise bu kendiliğinden zaten "absürd" birşey. Ama öte yandan bahsettiği kurgunun içini dolduran unsurlar ise, onların zaten hizaya gelme gibi bir dertleri olamaz.

"Tekrar söyleyelim, yalnızca savaşlarda açığa çıkan bir nitelik, orduların egemen olduğu hallerde açığa çıkan bir nitelik değil militarizm.."

"Gerçekten de, eğer insanlık halini, korku, tahakküm ve baskı altında yaşamak olarak değil de, dayanışma, özgürlük hali olarak değiştirmek için, militarizme
topyekun bir karşı çıkış gerekir.."

"Çünkü, korkunun egemen olduğu, ortak yaşamı belirleyenin güç ve kontrol olduğu, bu nedenle şiddetin tüm formlarıyla insanlar arası ilişkiye yayıldığı  bir toplumsallıktan farklı türde bir biraradalık için militarizme karşı çıkmak zorundayız. Bu zorunluluktan dolayı anti-militarizm sorumluluktur.."

"Milliyetçilik, militarist bir devlet örgütlenmesi altında “bütünleştirilen”, karakterini ve kimliğini devletin taşıdığı ve vazettiği hakikatten alan toplumların başka olana, aynılaşmamış olana, farklılık taleplerine karşı dışlama, reddetme ve giderek yok etme tavrını içselleştirmesini sağlayan bir ideolojik çerçeve olması bakımından, militarizmin ideolojisidir.."

"İradesizleşmiş insanın, eylemlerini buyruk ve görevlerin belirlediği insanın, düşünme yeteneği de ortadan kaldırılmıştır.."

"Şiddet tekeli olarak modern devletin özü gereği militarist olduğunu hatırlayalım.."

"Militarizm, bir itaat düzeni olduğundan, itaat etmeme doğrudan militarist düzenin reddi anlamına gelir.."

Burada tartışılan Nilgün Toker'in ahlâkı değil. Yazı ısrarla da ahlâka vurgu yapıyor. Ki haksız da değil. Ancak yazı bir iç ses olmaktan öteye  gidemiyor. Kendi kendini yiyiyor. Yazı kendi içerisinde patlıyor. Tarihsel aydın ahlâkına yeni birşey eklemiyor ve onu bize anımsatmakta da yetersiz kalıyor. Militarizmin ne kadar kötü birşey olduğuna bizi ikna etmek konusunda etkileyici bir dili var: ama sorun burada değil, sorun, bizim militarizmin ne kadar kötü birşey olduğunu zaten bilmemizde. Bu da totalde Birikim çevresine hitap eden bir yazı olmaktan ileri gidemiyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.