12 Şubat 2008 Salı

Şair Yiğit Sözüner'le Mutluluk İktisadı Pratikleri

Yiğit'le biz yoksul insanlarız anlayın bunu!

Hava buz. Denize insin sokaklar, isterse ardımızda bırakalım denizi, kopkoyu-dalgalı ve karşı kıyıyı gölgeleyen sisler dağılmış,üşüyoruz. Karaköy iskelesinde mi buluştuk. Buluştuk muydu? Kahve bakındık. Paramız yok yine ve yine. Bundan yana mutluyuz. Bir kahve bulalım. Oturalım, soluklanalım. Niyeymiş? Ey gidi baba Yiğit? Bilirim, senle dostluğum bitmez. Bitmiyor, görüyorsun. Elindeki dosyayı çuhaların üstüne seriveriyorsun.
Kahveci bakınıyor bir iki gidip gelerek;
-bunlar nedir ağabey?
-Senaryo ağabey.
-Çay ağabey?
-eyvallah iki gözüm ağabey.

Ve daha bir sürü ağabey. Tütün sana çok yakışıyor. Yiğit'in dudaklarından süzülen kelimeler kısa öğleyi büyülü kılıyor. Tophane parkında birer simit yiyoruz. Top oynayan çocukları izliyoruz. Futbol mu güreş mi belli değil. Ama hep hüzün. Tophane'den Cihangir'e çıkıyoruz. Israrla sevmediğimiz sokaklarda ama St.Antoine bir görünüp bir kayboluyor, insan yüzlerinde, alışkanlıklarda sohbetimizin balı olacak ne çok şey var. Bu "var"ların üstüne titizleniyoruz.
Ölüm manevraları. İçimde bir sıkıntı var " diyorsun, "bana birşey olursa..".

Kendi martıların vardı senin, tepeden tırnağa senin. Hava buz gibi bak. Bir loş ajansın kapısını çalıyorsun. Akşama orada gireceksin.

Kendi dizelerinle:
"SEVDİĞİM SOKAKLARDA DOLAŞTIK, İNSANLARI SOLUDUK BERABER, BANA GEZDİĞİ YERLERİ ANLATTI , BİNLERCE YILLIK MACERASINI FISILDADI KULAĞIMA , YÜREĞİME YÜZÜNÜ ÜFLEDİ,  O ANDA İSTANBUL.."

Gelsek yine iner misin iskeleye?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.