3 Mart 2008 Pazartesi

Oda Varlığımıza Nasıl İlişir?

Odanın penceresi senin evrenindir. Daha fazlası değil. Her sabah uyanıp, henüz sabah ezanında, belki gök kıpkızıl, martıların ilk uçma alıştırmaları, yeniden ve yeniden sahile inecekler, yarı korku yarı umut (hepsi ama hepsi var, inan) gözünü dünyaya açtığın ilk yer orasıdır. Dilersin ki gün bütün gücünü parmaklarına versin. Gün parmakların olsun. Ne de olsa yakınların, sokaklar, başka insanlar sana yeterince kin ve nefret verecekler. Sadece yeterince yakın olmaları bile, bazen kan bağı, çok zaman kan bağı hatta seni ifritin teki yapmaya yetecek. Onların bu gücü varken, senin bu güçsüzlüğün neden?

Resim: Hooper-Otel Odası

Evren bakabildiğin. Daha şanslıysan bir de edebiyat falan. Ama ille de felsefe olmaz, olmayacak. Günden güne edebiyatın nazik tuğlaları ile bir ev örebiliyorsan kendini "önemsiz" addedebiliyorsun demektir. Şanstan kastımız da bu. Başkaları gibi "öznenin silinmesi" derken özneyi ovmak, büyütmek vs. bunları kast etmiyorsun. Etmemelisin. Özneni gerçekten silemezsin. Ama hayat diye eline kalan son şey zaten yapıp ettiklerinin bütünü olacak. Ne kadar bütünse artık. Zihninde ne kadar bütünleyebiliyorsan. Yeniden günlük tutalım hadi. Yeniden içe gömülelim. Aynı suda iki kez yıkanılmayacağı bilgisinin verdiği huzurla artık "ben"in toy günlerini çığlıklarını, tevekkül düşmanlığını içeren zamanlarını yazmayalım. Başa dönmeyeceğimizin duru bilgisi. Jurnal, günlük, günce her nasıl sesleniyorsan, hangi tanımlama gücünü buluyorsan kendinde. Eğer kendini kristalize etmeye yanaşacaksan gir yeniden bu maceraya durma. Kendi kendinin huzurunda duran köstebek.

İşte o günlük, odanın penceresidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.