Çünkü ayrılıkların da sevdaya dahil olduğu durumu; bizi noktalı virgülün de, iki nokta üst üstenin de, es’lerin de, de ve ki’leri ayırmanın ve ayırmamanın da varlığına ikna ediyor. Ulus Baker’in konuşma ritmindeki tutarsızlık bize aşkın mümkünâtını ıspatlıyor. Tıpkı, Blanchot’nun Nietzsche’yi nitelerken kullandığı deyimle; bir “parçalı söz”. Sözü parçalamak, söze es verdirmek, anlatanı bir masal değil, bir yaşayış dinlediğine; dinlemenin de yetmeyeceğine, o yaşayışı iki ucundan sallamasının elzem olduğuna, bir bahar temizliğine ma-aile girişileceğine iknâ ediyor. İknâ ile imkân arasında etimolojik bir tutunuş olmalı. İkisinin arasında bir köprü; bir parçalı söz dayanışması.
Bu imkân, bu mümkünât, modernizmin prezentasyon ve diksiyon algısına doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Prezentasyon, hakikatin tam temsilini iddia etmektir. Bu temsile bizi diksiyonun, yani kelimelere hükmetmenin yoluyla ikna etmektir. Dolayısıyla, Şirk koşmaktır. Hakikatte ve dilde. Bunu bilmem ne bankasının veznedarı nasıl bilebilir ki?
Diyalektiği seviyorum. Bana, iktidarın dilinin tuzağına düştüğümü de, bizatihi kendisi hatırlatıyor. Çünkü, aslında, belki de o veznedarın o hakikate en yakın adam olabilme ihtimâlini ona teslim etmeliydim. Doğrusu, teslim ile temsil arasında bir etimolojik tutunuşu aradığımız andayım. Dilbigisi, dünyanın kuru bilgisi değildir. Sentaks; parçalandığında davetkâr oluyor. Parçanın etrafında dolaşıp, ondan kendine doğru onarmak – ahlâka daha yatkın? Bütünün kuşatıcı tavrı bir ideal – bir kendi kendine “ergenlik” hâli, kendi sorgulanamazlığını ortaya koyuyor.
Parçada, başarısız girişimin duyuşu var. Ulus Baker’deki, Blanchot’daki, Blanchot’nun Nietzschesindeki bu aksak ritm, sevgilisi tarafından terk edilmek üzere olan aşığın omuzlarındaki acılı sıvıyı, göğüs kafesine doğru harekete geçiriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.