10 Aralık 2012 Pazartesi

Esed'in Esad'a Dönüş Hızından Daha Hızlı Dönen Bir şeyler Var...



"Öyleyse, bir görüşü, herkesin yaşaması gereken kaçınılmaz olarak doğru bir görüş diye sunmaksızın sadece tek bir kişinin yaşayabileceği doğru bir görüş olarak sunmak imkânsız mıdır? Sanırım Nietzsche sonunda bu güç problemin üstesinden gelemeyeceğinden korkuyordu". (Alexander Nehamas, Nietzsche Açısından Edebiyat Olarak Hayat, s.61).

"Yılmaz Özdil gibi yazayım; maaşımın yarısını versinler razıyım".
(Salih Tuna, Yeni Şafak, 31 Ekim 2012).

"Bir de hayatın gerçekleri var..."
(Hakan Göksel, Haber7.com, 5 Aralık 2012)

"Dünya sürekli olarak değişim ve gelişim içerisindedir. Bu değişimin belirtilerini doğal olaylarla rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Günlerin geçmesi ile yaşanmış olaylar hatıralardaki veya mazideki yerini almaktadır".
(Kayhan Ümit Kutlucan, Belediyelerde Stratejik Planlama Uygulaması, Yüksek Lisans Tezi, 2009, Giriş).


Sahi bize Türkiye'nin ciddi bir ülke olduğunu kim söyledi ki? Türkiye bir oyun alanıdır. Buna ne şüphe.. Ancak oyun oynanırken kuralların değişmeyeceğine dair kanaatimizi zedeleyecek denli bir oyunun da içinde miyiz? Öyle gibi duruyor. "Kurallara karşı çıkan ve bunlara uymayan bir oyuncu oyunbozandır", diyor Huizinga. Biz, sanırım, her halükarda hem bu oyunun dışına itiliyoruz hem de bu oyunun ansızın "oyunbozanı" oluyoruz. Bu bizim kaderimiz. Kaderimiz kadarız. Peki ya hangi oyun? Politik, jeo-stratejik saiklerle donanmış mühim laflar etmek değil kastım. Estetiğe referans veren bir şeyden bahsediyorum. Hayatlarımızı tam ortasından bölen bir estetik alana.

Dolayısıyla hem yalakalığın hem de muhalifliğin, hem ateşli inancın hem düşmanlığın bir estetiğe sahip olması gerekliliğinden bahsediyorum. Bugün bu tarafgirlik estetiği ne acı ki elimizden alınıyor..

TV'de, salonlarımızda, Nurdan Gürbilek'in incelikle tarif ettiği salonlarımızda, 80'ler ve 90'lar boyunca önce babası, sonra kendisi bir "Esad"dır gidiyordu. Babasının ceberrut rejiminin yüzünü Batı'ya açan, internete açan, reformlara açan adam.. Konjonktür bu iken, Beşar Esad, Beşar "Esad"dı. Sonra konjonktür, iri harflerle değişti. Sular ısındı. Renkler sürüklendi. Esad kardeşliği, dostluğu, ittifakı temsil ederken, Esed zulmü temsil etmeye başladı. Bundan ötürü birden, kendisi, "Esed"liğe terfi etti. Esed, bugünden bakınca, son bir yılın "Esed"i artık. Bunu "anla"-mış gibi yapabiliyoruz.

Ancak estetik meselelere tam da bu noktada terfi ediyoruz. Esed söylemi bir koro tarafından muazzam bir keyifle destekleniyor. Tüm yazılarda Esad, Esedliğe tenzil-i rütbe ediyor. Bugünden bakınca Esad'a Esed demek bir politik tarafgirliği, Esad'a Esad demek ise bir başka politik tarafgirliği vurguluyor. Sahi bu adam Esad'dı ve ne ara Esed oldu demek ise, Huizinga'nın dediği yer oluyor. Yani "oyunbozanlık". İbrahim Karagül neden oyun bozan ve Salih Tuna neden oyunbozan değil. Sahi bu gündem neden bunca hızlı değişiyor ve biz neden oyunun dışında kalıyoruz? Bugün ülkenin bir yerlerinde elinde CV'si ile işe girmek isteyen birinin Esad'a Esed diyip demediğinin bir önemi var mı? Bugün bir mahalleden içeri adımlamak için Esad'a Esed demenin bir ön kabul getirdiği gerçek mi?

Madem, Esad büyük bir şakaydı sevgili Frank.. ona nasıl gülebilirdik? Gülmedik, onu Esed'e çevirdik. Türkiye büyük bir oyun yeridir. Bu oyun, çayhanelerde, berberhanelerde, birahanelerde, yazıhanelerde, gasilhanelerde, lotohanelerde, totohanelerde oynanan tüm oyunların toplamıdır. Bin bir etimolog, bin bir Arapça âlimi bir araya gelseler ve Esed üzerinde mutabık kalsalar da, tren kaçtı bir kez..o bizim sıkıca sahipleneceğimiz adı ile Esad'dır. Çünkü tuhaf bir biçimde Türkiye, Esad'a Esad diyenler ve Esed diyenler diye bölünmüş ise, bir taraf kinik bir biçimde, "vur de vuralım, öl de ölelim" tadında Esed diyor ise, bir tarafa da düşen ateşler içinde Esad ismini savunmaktır. Savunma hücumdan başlar. Modern futbolun felsefesidir.


Bir kez daha sorarlar? İnanmanın, sahiplenmenin, muhalefetin, ateşli tartışmanın hepsinin ama hepsinin bir estetik düzeyi, bir etik düzeyi vardır. Ve bu oyun içinde bir adama sırf belirli bir tarihten itibaren Esed denilmeye başlandığı için, otuz iki kısım tekmili birden Esed demenin bir anlamı, bir mânâsı, bir dayanağı, bir estetiği yoktur. Üstelik bütün teknik izahat onun Esed olduğuna bin bir kanıt getirmiş olsa bile...

İnsanlar için tehlikeli olan kötü olan değildir. Kötü zaten kötüdür. Kötüye sırt çevirebilme olanağı hep mahfuzdur. Kimse Serdar Ortaç dinlemekle mükellef değildir. Asli tehlike vasatın damarlarında gezinen asil kanda mevcuttur. Vasat olan kemirir, alıştırır, kendisini sıradan ilişki kanalları ile muhattabının sürekli başvurmak zorunda olduğu bir alana sıkıştırır. Vasat, "mış gibi yapmanın" temrinidir. Bu nedenle vasati olana meyletmek bu noktada "Esed"de kendini göstermiştir. Belirli aralıklarla Sezen Aksu dinlemekte, Acun Ilıcalı izlemekte, Yılmaz Özdil okumakta tezahür eden vasat, bu kez kitlesel, korosal, magical bir biçimde kendini "Esed" demekte teşhir etmiştir.

Bu, aynı zamanda, güneşsiz bir akşamüstü Üsküdar'da bir çayhanede kırk yıldır Esad dediği adama, Kafka'nın böceği gibi, bir sabah uyanıp ansızın Esed diyen adamın büyük çaresizliğidir.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.