15 Aralık 2014 Pazartesi

Hiç de Proustcul Olmayan Macera: Meram'a Dönüş


Fotoğraf: Ufuk Akbal

1 # Rüşdü Paşa, İsmail Pelit değildir. Dolayısıyla, Ankara-Konya hızlı trenine bindiğimizde yanımızda oturan İsmail Pelit değil, Rüşdü Paşa idi. Onun çocukluğuna, gençliğine gidiyor idik. Beklentimiz Proustcul imgelerle örülü bir seyahat idi. Dolayısıyla; kokular, tadlar, mimari, insan yüzleri, çarşılar ile sadece Rüşdü'yü değil; kıyısından bizi de içine çeken - çocukluğumuzla bir karşılaşma. Ancak sükût-u hayale uğradık, diyebiliriz. Karşılaştığımız manzarada iki şey var ancak ikincisine birincisinden geçilmeden gidilmiyor(muş). Bu birinci; Konya'nın AKP tipi kalkınmanın laboratuvar şehirlerinden biri olması. Birbirinin üzerine yürüyen insanlar; 8'li 10'lu gezen erkek kâfileleri; neden ve nereden tezahür ettiği anlaşılamayan trafik; lezzetin, havanın, suyun, mimarinin hızla yitirilmesi. Ancak bundan mutlu oluş, başbakanın Konyalı oluşuyla övünüş, tuhaf bir tarihin içinde olduğunu ve onu yaptığına dair özgüven duyuş. Oysa ki; Lefebvre’nin dediği gibi; “nesneleşme/ meta tahakkümü üslup ve yaratıcılığı öldürmüştür”[1]. Bundan geçemeyince ikincisi zaten yok.

Türkler, içinden geçtikleri tarihte zihinsel anlamda diğerlerinin ve benzerlerinin özgüllüklerini hiç umursamayan bir kabile. Köküne kadar kapitalistleşirken, modernleşirken, dünyevileşirken bu sürecin başına bu sıfatlardan biri değil de, "Osmanlılaşma, Büyük Türkiye" vs. koyulduğunda tarihin dışına çıkıp; onu yapan/kurgulayan konumuna geliyorsunuz. Bunlar hiç yokmuş gibi. Ayfon'larla, pahalı içeceklerle, kot mağazaları ile, rezidanslarla dolu buna benzer bir öğle sonunun Şili'de, Hindistan'da, Malezya'da da eşzamanlı olarak ve bir "umut kırıntısı" olarak yaşanıyor olmasının bir anlamı yok. Lefebvre, burada yardımımıza yetişiyor: "(..) gündeliklik ve modernlik, karşılıklı olarak birbirini belirtir ve gizler, meşrulaştırır ve telafi eder"[2].

Yumuşak ve sert sosyolojiler var. Konya, başta değindiğimiz şeyin içinden, başına gelenden habersiz bir mutlulukla, sert bir şekilde geçiyor. Mekanın yüksek hızında somutlaşan sert sosyolojiler (tıpkı kitap fuarları gibi) ilgimi çekmediği gibi, beni tehdit altına alıyor. Kendi kendime kurduğum mikrokozmos'a cepheden bir risk üretiyor. Lefebvre; modern gündelik hayatta soyut korkuların yerini, biçim değiştirmiş ama somut ve gerçekçi korkuların aldığını söylüyor[3]. Bunu, Konya'daki kaldırımlarda kendime kaçacak yer ararken daha iyi duyumsuyorum.

Peki ne yaptık?
- Trenden indikten sonra merkeze kadar uzun bir yürüyüş; Bolu'da etli ekmek, mevlana ve peynirli börek; Mevlana'yı ziyaret.. Ve Meram Yeni Yol dolmuşuna binip, son durağa gitmek; son durakta bir çay bahçesinde "Afrika" atelyesinin bir oturumu (Anlaşamadık dolmuşçuyla - ona göre biz buraya gezmek için gelmişsek son durakta değil, çay bahçelerinin orada inmeliydik). Rüşdü çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği eve gitmek istemedi. Biz de çok zorlamak istemedik. Bunun dışında, yitirdiğimiz Proustcul etkiyi hangi form verebilir diye düşündüğümüzde aklımıza kötü bir fotoğraf makinesi ile dolmuşun camından çekilen fotoğrafları ard arda dizmek geldi.

2# Meram Bağları artık yoktu. Bağ evlerinin çoğu villa olmuştu. Bu yitirilmişliği ise yüksek estetiğin ışık-gölge oyunları veremezdi. Tam bu esnada bir yağmur başladı. Dolmuştan dışarıya taşırmaya çalıştığımız bakışlarımızla Yeni Yol manzaraları arasına bu kez de iri su damlaları girdi. Yağmur ve rüzgarla dövülmüş ve iyice flulaşan bu manzarayı ardı ardında fotoğraflamaya başladık. Fotoğrafların kalitesi beklediğimiz gibi, düştü, düştü, düştü ve silindi. Böylece, Meram da silindi: çocukluğa hapsoldu.

Günün sonunda ise beklediğimizin aksine hiç de Proustcul olmayan bu macerayı, Meram Yeni Yol'da, son durakta yaptığımız Levent Yılmaz atelye çalışması ile nihayete erdirdik.




[1] Henri Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat, Çev: Işın Gürbüz, Metis Yay., İstanbul, 2007, s.41 ve s.74.
[2] a.g.e, s.31.
[3] a.g.e, s.56.

Meram: Yeni Yol Fanzin III'te yayımlandı.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.