11 Aralık 2014 Perşembe

Rüşdü Paşa ile Ankara'da..

Gündelik hayatın estetiği meselesi, Meram: Yeni Yol'da oldukça merkezi bir yer tutuyor. Çünkü, Türkiye'de (Paşa, Türkiya diyor) boylu boyunca ve enli enince bir "estetiksizleşme" sorunundan bahsedilebiliyor. Bu nedenle Meram: Yeni Yol; kendini tanımlarken bir şiir, edebiyat dergisi gibi lafızlara saptamaktan ziyade, bir estetik dergisi olduğunu hatırlatıyor. Dolayısıyla, önemli bir veçhesiyle Featherstone'dan mülhem bir "gündelik hayatın estetizasyonu" projesini minör bir imkân olarak sırtlanıyor.

a. Huizinga'nın "dünyanın kusurluluğu ve karışıklığı içinde geçici ve sınırlı bir mükemmellik yaratmak" cümlesi. Kuşkusuz, bu cümlenin ihtiva ettiği/edebileceği sakıncaları (faşizm) çıkınında bulundurarak ancak "hayatı bir sanat eseri gibi düşünmekten" vazgeçmeyerek.

Dolayısıyla hayatın BİM'den beslenilen, Yavuz Dizdar'ın defaten söylediğinin aksine marketten broyler piliç, yumurta ve yoğurt yenen, gündelik kasaba politikası tartışılan, TV'de akşam haberlerinin izlendiği, 10 TL'ye sigara içildiği, kadının ve erkeğin kimliksizleştiği bir yerden çok daha fazlası olduğunu tasarlayarak yol alıyor. Çünkü mesele, sağ-sol, Alevi-Sünni, Kürt-Türk, İslamcı-laik değil; derinlik kavgasıdır. Buna inanıyor.   


b. Derinlik kavgası kuşku yok; acıtıcı ve inciticidir ve içinde bulunulan duruma doğrudan bir tehdit oluşturmaktadır. Derinleşmek içinse bir sondaj gerekli oluyor. Sondaj içinse "yüzeyle" ipleri germek. Dolayısıyla, içinde bulunulan durumla barışık olan için estetik bir tercih meselesi diye bir "delişmen" acıdan bahsedilemez.

Acı önce delecek. Acının delmediği yerde- acının delip geçmediği yerde, bu tip bir estetik kaygıdan bahsedilemez. Acı, üst batını yaracak ve çıkardıklarının yerine yerleşmeyecek; çıkardıkları ile yerleşecek.

Bu vesileyle Ankara'da Paşa'yla:
26 Haziran günü Rüşdü Paşa ile Ankara'da bir araya geldik. Ulus'ta heykelin önünden önce Hacı Bayram Camii'ne ve türbesine ve Boğaziçi Lokantası'na geçtik. İşkembe çorbası ve çoban kavurma yedik. Ardından Ankara Kalesi'nde ve çevresindeki hanlarda ve antikacılarda dolaştık. Yazı masası baktık. Pirinç Han ve Pilavoğlu Han'da çay ve türk kahvesi içtik. Pilavoğlu Han'ın kapısı, Klee'in meleğinin nadide bir örneği idi. Pilavoğlu Han'ın dar geçidinde soldaki son dükkanda oturan Necla Nazır benzeri kadının modernizmle oldukça gevşek ilişkisini konuştuk.  Pirinç Han'a bir kez daha bakmakta fayda var. Ayrıca Türkler'de servis sektörü oldukça kötü. Akşamüstü drink'i için Tunalı'ya Pub 65'e geçtik. Burada Adıyaman tütünü ve leffe içtik. Ankara'da kadın yoktu.


Pub 65'teki akşam Rüşdü'nün gündelik yaşamına daha yakından tanıklık etmem, Rüşdü'nün zaman ve mekan algısı ile onu eleştirenlerin (özellikle kadınların) arasında kapanmayacak/kapanması olası olmayan aranın cesametini idrak etmeme yararken, bana da bir kez daha dünyanın "müstakillerinin", diğer müstakillerin varlığına güvendiğinde "yaşanabilecek bir yer" olduğunu hatırlattı.  Sorana söyleyeyim; kimse gelmedi.Sormayana söyleyeyim; Meram: Yeni Yol, en çok da müstakiliyet üzredir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.