Gündelik hayatın
estetiği meselesi, Meram: Yeni Yol'da
oldukça merkezi bir yer tutuyor. Çünkü, Türkiye'de (Paşa, Türkiya diyor) boylu
boyunca ve enli enince bir "estetiksizleşme" sorunundan
bahsedilebiliyor. Bu nedenle Meram: Yeni
Yol; kendini tanımlarken bir şiir, edebiyat dergisi gibi lafızlara
saptamaktan ziyade, bir estetik dergisi olduğunu hatırlatıyor. Dolayısıyla, önemli
bir veçhesiyle Featherstone'dan mülhem bir "gündelik hayatın
estetizasyonu" projesini minör bir imkân olarak sırtlanıyor.
a. Huizinga'nın "dünyanın kusurluluğu ve karışıklığı
içinde geçici ve sınırlı bir mükemmellik yaratmak" cümlesi. Kuşkusuz,
bu cümlenin ihtiva ettiği/edebileceği sakıncaları (faşizm) çıkınında
bulundurarak ancak "hayatı bir sanat eseri gibi düşünmekten"
vazgeçmeyerek.
Dolayısıyla
hayatın BİM'den beslenilen, Yavuz Dizdar'ın defaten söylediğinin aksine
marketten broyler piliç, yumurta ve yoğurt yenen, gündelik kasaba politikası
tartışılan, TV'de akşam haberlerinin izlendiği, 10 TL'ye sigara içildiği,
kadının ve erkeğin kimliksizleştiği bir yerden çok daha fazlası olduğunu
tasarlayarak yol alıyor. Çünkü mesele, sağ-sol, Alevi-Sünni, Kürt-Türk,
İslamcı-laik değil; derinlik kavgasıdır. Buna inanıyor.
b. Derinlik
kavgası kuşku yok; acıtıcı ve inciticidir ve içinde bulunulan duruma doğrudan
bir tehdit oluşturmaktadır. Derinleşmek içinse bir sondaj gerekli oluyor.
Sondaj içinse "yüzeyle" ipleri germek. Dolayısıyla, içinde bulunulan
durumla barışık olan için estetik bir tercih meselesi diye bir
"delişmen" acıdan bahsedilemez.
Acı önce
delecek. Acının delmediği yerde- acının delip geçmediği yerde, bu tip bir
estetik kaygıdan bahsedilemez. Acı, üst batını yaracak ve çıkardıklarının
yerine yerleşmeyecek; çıkardıkları ile yerleşecek.
Bu vesileyle Ankara'da Paşa'yla:
26 Haziran günü
Rüşdü Paşa ile Ankara'da bir araya geldik. Ulus'ta heykelin önünden önce Hacı
Bayram Camii'ne ve türbesine ve Boğaziçi Lokantası'na geçtik. İşkembe çorbası
ve çoban kavurma yedik. Ardından Ankara Kalesi'nde ve çevresindeki hanlarda ve
antikacılarda dolaştık. Yazı masası baktık. Pirinç Han ve Pilavoğlu Han'da çay
ve türk kahvesi içtik. Pilavoğlu Han'ın kapısı, Klee'in meleğinin nadide bir
örneği idi. Pilavoğlu Han'ın dar geçidinde soldaki son dükkanda oturan Necla
Nazır benzeri kadının modernizmle oldukça gevşek ilişkisini konuştuk. Pirinç Han'a bir kez daha bakmakta fayda var.
Ayrıca Türkler'de servis sektörü oldukça kötü. Akşamüstü drink'i için Tunalı'ya
Pub 65'e geçtik. Burada Adıyaman tütünü ve leffe içtik. Ankara'da kadın yoktu.
Pub 65'teki
akşam Rüşdü'nün gündelik yaşamına daha yakından tanıklık etmem, Rüşdü'nün zaman
ve mekan algısı ile onu eleştirenlerin (özellikle kadınların) arasında
kapanmayacak/kapanması olası olmayan aranın cesametini idrak etmeme yararken,
bana da bir kez daha dünyanın "müstakillerinin", diğer müstakillerin
varlığına güvendiğinde "yaşanabilecek bir yer" olduğunu hatırlattı. Sorana söyleyeyim; kimse gelmedi.Sormayana
söyleyeyim; Meram: Yeni Yol, en çok da müstakiliyet üzredir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.