12 Haziran 2018 Salı

Dursun Göksu : "2. Haşiye : Kış Gelince Ufuk Akbal"


Ufuk Akbal’ın çıkışı maalesef çok karmaşık bir zamana denk geldi. Bir parça bu karmaşıklığın yüzünden de onun şair mizacının zedelendiğini düşünüyorum. Belki de şairliğine olan inancını kaybetti bir ara. Gerçek şairliğin, şairliğe olan inancı her an kaybetme korkusundan geçtiğini bilen bilir. Şairsindir. Ama şairsin memur değilsin. Belki şair olarak mukimsindir. Ama esersiz bir şair olmak. Bu da işe yaramaz görünür insana.  

Arya Kamali
İnsan bir şiirle karşılaşınca, galiba bir daha böyle bir şeyle hemhal olamayacağımın heyecanını yaşıyor ilkin. Ne demek şimdi bu? Şiir insanı birden diriltiyor. Kendine getiriyor. Bir söz duyuyorsun ve içinde kalıbını bulmuş ama akamamış bir çok şey harekete geçiyor. Bir hayal meydana geliyor. Bir düşünce var oluyor. Herhalde Lenin gibi bir aksiyon adamının yanına aldığı iki kitaptan birinin şair Goethe olduğunu biraz anlıyoruz bu sebeple. Şairdeki teksif etme gücü, dünyaya karşı bir yer arama merakı bu, insanı dirilten. Çünkü düşünmek istiyorsak öncelikle bir kaybedişin husule gelmesi lazım.

Bu kadar söz niye? Belki bir ışık olur.Bir sancı oluşturur. Biri de çıkar ben niye şiirle baş başa kalamıyorum der diye. Bir telefon konuşmasında duymuştum Ufuk’un bahsedeceğim şiirindeki mısralarını. Karşımdaki, hafızasında hayli şiir ezberi olan iyi bir şairdi. Sözün bir yerinde Ufuk’un şu mısralarını mırıldandı:
"bob dylan dinlenen o kış barının camlarına burnunu dayamış,
o kırmızı burnunu ve dr. grimshaw gibi bir damlacık akışkan şey burnundan ve vaaz verirken,
dışarısını izleyen sen,
en hayran-yoğun duygularımızla baktığımız.
bir zamanlar abimizdin" ( Duvar, 19 )

Kış şairi Ahmet Muhip’in “ne güzel komşumuzdun sen” sesini hatıra getiriyor. Edip Cansever’in Ahmet Abisi’ni bir yandan. Bir yandan Haşim’in O Belde’si. Bütün bu akrabalıklar kurulabilir aslında bu şiirle. Yoksa bar ortamı kaldırabileceğim bir ortam değil. Ama hayret ve dostluk her dem teneffüs ettiğim bir şey. Ve kaybolmuş gitmiş zamanların eski canlılığını hiç unutamam. Bir kış, dört şair kolkola bir fotoğrafta. Ortada yaşlı şair. Üç dört yıl sonra hepsi de başka şeylerle meşgul, hatta birbirlerine düşman filan. Bunun gibi bir çok hatıra. Şiirin altına Cenk Taner notu düşmüş Ufuk. Belki onu kastediyordur. Ben Zonguldak’taki Elif Çay Evi’ni hatırladım. Ruşen amca vardı. İkinci Dünya Savaşı hatıralarını anlatırdı durmadan. İdris Küçükömer’den filan bahsederdi. Orhan oralı olmazdı ama soba gürül gürül yanarken pek hayret ederdim bu manzaraya.  İki binlerin başlarında gerçekleşiyor bu dediklerim. Şimdi Ruşen amca ölmüş, Elif Çay Evi’ni de yıkmışlar. Nostalji sevmem ama böyle kayboluşlar insana koyuyor. Ufuk Akbal’ın muhteşem tasviri böyle paralellikler sunuyor işte. Herkes kendi nasibince anlar gider.
Ömer Faruk Dönmez’in son kitabındaki şeyh portresine de çok uygun. Şeyhleri bir akşam geliyor ve sohbet ediyorlar. Ve sonra kaybolup gidiyor. Ne yapar, nerde yaşar onlar da bilmiyor. Bu şiirin böyle iddiaları olmamasına rağmen bana bir tarafıyla da melami meşrep geldi.

Ufuk’un şiirin başına yazdığı Özdemir İnce mısralarıysa başta bahsettiğim aradan kurtulmayı aksettiriyor belki de. Belki bir yıldır bir yerlerde görünüyor Ufuk. Gelgelelim kimseler yok dercesine, karanlık kuyulara benzeyen şiir ortamımız, değerli madenleri keşfetmekte ne kadar sorumsuz olduğunu bir kez daha ispat etmiş oluyor böylece.

Kaynak: http://siiricinhasiye.tumblr.com/post/136625152122/2-ha%C5%9Fiye-ki%C5%9F-gelince-ufuk-akbal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.