1 Ocak 2017 Pazar

Şairin Zamanı, Okurun Tâkati: Serdar Koçak’ın Kar Katması Üzerine


“Kar Katması” isimli uzun ve “yekpare” şiirden oluşan kitap Serdar Koçak Reis’in fırınından henüz bu yaz çıktı. Onu dumanları tüten bir somunmuşçasına kısa sürede okuyup, zaman kaybetmeden rağfiklerime tavsiye ettim. NOD Yayınları’ndan toplam 222 adet basılmış bu kitap ilk anda bende pusuya yatmış bazı soruları köpürttü. Bir müddettir, Norgunk ve NOD yayınevleri arasındaki bağı merak ediyorum. Bir organik ilişki söz konusu mu yoksa bir etkilenmeden mi ibaret, kapak yüzeyinde, basılan kitap sayısında, kaçta kaçının okuyucuya kaçta kaçının yazara kalacağı noktasındaki terazinin işleyişi? Şüphesiz, az dikkatli bir okur tarafından bile kolayca fark edilebilecek NOD ve Norgunk arasındaki benzerlikler, aralarında organik bir bağlantı yoksa ve sadece ilham düzeyindeyse bile NOD’un başarısından bir şey eksiltmiyor. 

“Kar Katması” otobiyografik özne beyanatı ile açılıyor; “(..) Ben Napoli Radyosu’nu ayık yazdım Zem Şehri’ni sarhoş bu benim hayat hikayem karışık yazacağım”. Otobiyografik özne meselesi bizim vehmimiz değil, sarih olan. Bu Koçak’a şöyle bir zırh sağlıyor. Bu dakikadan sonra söyleyeceklerim “merak edenlere’dir”. Bunu söyledikten sonra teknik anlamda ağlarını kurmaya başlıyor. Dolayısıyla, karışık yazma meselesi birden fazla unsura referans veriyor.

Benim teşhis edebildiğim “karışık yazma” meselesini besleyenler/ /teknik ağı ören aparatlar şunlar;

a. Bilinç Akışı; “Kar Katması’nda” bilinç akışı, teknikler arasında en öne çıkanı.

“bir tanrı benden sigara istemişti çok fakirdim 21 kuruş 2009 o sırada tanrıçaya bakıyordum düpedüz azgın sırtı dinç kolları boş bulundum verdim şimdi pişmanım zarar yok az şey değildi tanrıçayı ise kötüye kullanmadım”,

“sevgideğer erkekler birbirinizi öldürün ve hemen göm sizden 4 kişi kalsın kutsal olmayın sonra hükümranlığı ben Margo’ya vereceğim ben vereceğim iğne yapar çadır kurar don oynar lacivert donlar tarafından Ölüdeniz’de keşfedilmiştir”.

“Canetti dev cici çocuk o nasıl hatırat o öle lise sınavi gibi güldürdün beni ilahi hafazenallah bir anne bağımlılığı delilikte de örselenmeyen”.

“Emily Dickinson’ın şiirleri kısa kısa gözlüğümde böcekler yürüyor katı değilim tuvalete gidiyorum sigara içiyorum”.

Ancak bu tespiti yapmak, tek başına bu yazıyı anlamlı kılmıyor. Ötesi var. Koçak’ın bilinci akarken girdiği bazı tünellere, odalara, dip odalara okuyucusunu da buyr’ederken bazen bu imkan ortadan kalkıyor. Bütünüyle Koçak’ın bildiği bir dekor; motifler, patternler hakim oluyor. Kimi tüneller ve odalar için okuyucu fazla göbekli, kimleri için uzun boylu. Ancak, bu bir eksiklik değil, bilâkis Koçak’ın başarısı, tam da bu noktada düşmektense yükseliyor çünkü musiki sizi oyunda tutmayı başarıyor. İşte bu noktada, Koçak’ın hayat hikayesinin müşahidiyiz ancak maruz müşahidi değiliz. Öte yandan, otobiyografik özne, kitap boyunca eski eserlerine referans veriyor. Napoli Radyosu, Zem Şehri, Trieste’ye Bir Komün, Gardenya Çıkmazı.. Gezgin Aklın Günlüğü, Mesudiye Üçlemesi...).  Bunlar içbükey referanslar olarak, bilinçakışının pekiştiricileri. Bilhassa Napoli Radyosu, isminin anılmasından da öte, bu büyük ve güçlü nehri besleyen bir şelale kuvvetinde. Ancak Koçak’ın Napoli Radyosu’nu “Kar Katması” ile ilişkilendirmekten kaçınmasından ötürü bu konuyu daha fazla speküle etmek istemiyorum.



b. Sayıklama: Bilinçakışından ayrılan bir diğer teknik ise sayıklama. “Sayıklayan öznenin” referans verdiği imajlardan biri “akıl hastanesindeki rahibe” (aslında iki rahibe). Bu imaj iki şeyin sembolü olabilir; özne akıl hastanesinde, ilaç kokulu bir odada (Norodol Akineton Largactil günde üç gece bir Nal sanırım onun içindir çarmıha çaktığım dördüncü çivi) ya da bahçede peyzajlar içinde terennüm eden bir nekahat ehlidir. Aslında akıl hastaları için nekahat imkanı yoktur. Sadece, sakinleştirme, uyuşturma, eczanın merhametine teslim etme faktörü gündeme gelebilir. O hâlde, nekahatin imkansızlığı, nekahatin sonsuzluğu anlamına gelir ki bu durumda “özne” hiç iyileşemeyecek olmanın verdiği yeni şartlarda (kendi ayıklığına varmadan) sayıklar. “(..) akıl hastanesindeki rahibeyle evlenme şansım yok mu? evime bile geldiğine göre neden olmasın yazmayı bırakınca gidiyor”.

 Burayı güçlendiren bir delil olarak şu dizeleri öne süreceğim;
Kara sevda meleği (14 Şubat 1984) vakasın vaka klinik vaka dedi iltifat ediyordu: kariyerimin birinci günündeydim bu hızla bana aşık oluşları sürdü ve son buldu (sonbahar 1985)

Her ne kadar Koçak Napoli Radyosu- Kar Katması ilişkisini reddetse de, spekülasyonumuzu bu kanaldan kurduğumuzda “Napoli Radyosu’nun” öznesi olanca cüssesiyle karşımıza dikilecek? Bizse şimdilik bu yolu erteleyeceğiz.

İkincisi; akıl hastanesindeki rahibe, ölüm meleğidir. Öznenin canını almadan önce ona kendini hesaba çekmesi için birkaç saat, belki birkaç gün verir. Öznenin oral şehvetinin harekete geçmesi için bu yeterlidir. Bu durumda özne, kendi ayıklığının ayırdında olarak (evet, tam da böyle) sayıklamaya başlar. İşte bu da sayıklamayı yeniden başa, yani bilinçakışına döndürür.

“birinci rahibe Halide Onbaşı kadar cana yakın ikincisi Melike Zobu’nun parkası gibi güzel”. Bunlardan hangisi ölmeden “özneye” yazma izni veren meleği, hangisi aklı ardında bırakmanın sağladığı “esrimeyi” tarif ediyor? Ölüm burada, “her halükârda ölecek olmak” diye de tercüme edilebilir. Birkaç saat ya da birkaç güne saplanılmamalı. Muhakeme için  “eskatolojik bir sembol” demek tıkanıklığı giderici bir etki verecektir.

Burayı güçlendiren bir delil olaraksa şu dizeleri huzurlarınıza sunuyorum;
Kanaviçe işleyenler/gittiler/Aral gölü kurudu/ölümü çağır/hadi çağır ölümü/hasreti bitir”.

c. Sexualite Mon Amour: Koçak kadınları seviyor. Birçok kadın ismi, üstelik de cömertlik ekonomisinden nasibini almış sıfatlarıyla (36. Sokaktaki kız, Makarnacı Margo, Raşel, Gaye, Kızıl Katre, öbür Dilek, kara sevda meleği, son derece güzel bacaklı kız, Brooklynli, kelebekli Nur) üzerimize boca ediliyor.

“al al yüzümüz/ Okmeydanı’nda/ Nur’la yürürken/ ayakta boşalırken/ ah gençliğimiz/ ne fezalı yıllar”. Burada ve benzer dizelerde okuyucu dehlizlere buyr’ediliyor. Üstelik de bu kez okuyucunun cüssesi sorun yaratmıyor.

“Margo yeşil bir Volkswagen’le geldi kendi deyimiyle beni arabaya attı ve Ölüdeniz’e götürdü ben de ölüydüm dirildim Margo’yu kucağıma aldım deniz uyandı biraz içtim Margo rahibe olmuş”. Böylece, ölüm meleği ya da ecza zerkedici rahibe şehvetin merkezine dönüyor. Erkeklerin bildiği bir hâldir. Nekahâte eşlik eden ancak bedensel uyarılar. Bir yandan gövde her saat yenilenirken bir yandan da hastalık süresince bir tarafa attığı dürtüler yeniden kendini hissettirmeye başlar. En yakındaki uyarıcı olur, rahibe uyarıcı olur.

Bu dizeler aynı zamanda başta söylediğimiz tanıdık paternlerle örülü, buyr’eden dizeler.

Ancak, tüm bu kadınlar galerisinin arasında “lirik kamışım çok acı çekiyor” diyor Koçak. İronik söyleyişle masanın üzerine ko’verilen Lirik kamışın yanında, ilk satırdan itibaren kitap boyunca “sosyalizm düşünen, 23. Caddedeki kıza Cumhuriyet gazetesi ikram eden, umudun 19.yüzyılda parlayıp söndüğünü düşünen, ihtilal hayaldir diyen, sırf çılgınlıktan TKP’ye oy atan” politik kamış aynı şiddetle olmamakla birlikte sallanıp duruyor. Lirik kamış, kişisel tarih kamışı, kişisel tarih kamışının üzerinde ironik bir biçimde sallanan ve onu küçümseyen küçük burjuva kritiği kamış..


Şairin Zamanı, Okuyucunun Zamanı

Tam bu noktada, karşımıza başka bir tartışma konusu çıkıyor. Koçak’ın kitabı iki bölüme (kendi deyişiyle iki kitaba) ayırdığını, “yazdıktan sonra okumam siz de başyapıtımı okumayın yanlış anlamlar edinirsiniz bu kulağınıza küpe olur” dizeleriyle getirdiği uyarının bizde yarattığı “sona yakınız” duygusuyla anlıyoruz. Nitekim, çok geçmeden “soyunmaya başladım artık bir deliydim 1982” deyiveriyor Koçak ve kitabı kapatıyor. Ya da biz öyle sanıyoruz. Kapanan sadece ilk kitapmış..

Koçak’ın ikinci kitap olarak vaftiz ettiği “Yemliha ile Gönül Maceramız (Sergüzeşt-i Gönül)” isimli bölüm her ne kadar uzun sürmese de, ilk kitaptaki tamamlanmışlık hissinin üzerine gelmiş oluyor. Dolayısıyla, yeni etkiler ekleyemiyor ve fazlalık olarak görünmekten kaçamıyor. Burada, okuyucunun nefesinin (zamanının) maratonu iştahla sürdürmek isteyen şairin performansına kıyasla pes ettiğini, takatinin kalmadığını hissediyoruz. Bir diğer deyişle, okuyucu için bu son dizelerle mimari bütünlüğü tamamlanan anlatı-şiir, Koçak için son bulmuyor. Şair de sonrasında çok koşmuyor gerçi. Burada, “bu benim hikayem” deyişini “beğenmiyorsanız defolun gidin” diye tercüme etmediğimiz için hâlâ hikayenin içinde kalma ve onu eleştirme hakkını, tıpkı başından beri bulduğumuz gibi, yine kendimizde buluyoruz. Dolayısıyla, şairin zamanı – okuyucunun zamanına eşit midir, problematiğiyle başbaşa kalıyoruz. Sonda dilimizde “eşit olmadıkları” tadı kalıyor.

Koçak’ın “Kar Katması” belki NOD’un görünürlük problemlerinden, belki 2016’nın son birkaç yıl olduğu gibi bozbulanık akmasından yeterince ses getirmemiş olabilir. Ancak inanıyoruz ki sayıları speküle edilebilmekle birlikte (300-1000 arası olduğu iddiası dile getiriliyor), nitelikli şiir okuyucusunun gündemine girmiştir. Henüz girmemişler için de, girmesi şiddetle tavsiye edilir.


Tezgah Fanzin, Aralık'16 sayısında yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.