“Kar
Katması” isimli uzun ve “yekpare” şiirden oluşan kitap Serdar Koçak Reis’in
fırınından henüz bu yaz çıktı. Onu dumanları tüten bir somunmuşçasına kısa
sürede okuyup, zaman kaybetmeden rağfiklerime tavsiye ettim. NOD
Yayınları’ndan toplam 222 adet basılmış bu kitap ilk anda bende pusuya yatmış
bazı soruları köpürttü. Bir müddettir, Norgunk ve NOD yayınevleri arasındaki
bağı merak ediyorum. Bir organik ilişki söz konusu mu yoksa bir etkilenmeden mi
ibaret, kapak yüzeyinde, basılan kitap sayısında, kaçta kaçının okuyucuya kaçta
kaçının yazara kalacağı noktasındaki terazinin işleyişi? Şüphesiz, az dikkatli bir okur tarafından bile kolayca fark
edilebilecek NOD ve Norgunk arasındaki benzerlikler, aralarında organik bir
bağlantı yoksa ve sadece ilham düzeyindeyse bile NOD’un başarısından bir şey
eksiltmiyor.
“Kar Katması” otobiyografik özne
beyanatı ile açılıyor; “(..) Ben Napoli
Radyosu’nu ayık yazdım Zem Şehri’ni sarhoş bu benim hayat hikayem karışık yazacağım”.
Otobiyografik özne meselesi bizim vehmimiz değil, sarih olan. Bu Koçak’a şöyle
bir zırh sağlıyor. Bu dakikadan sonra söyleyeceklerim “merak edenlere’dir”.
Bunu söyledikten sonra teknik anlamda ağlarını kurmaya başlıyor. Dolayısıyla, karışık yazma meselesi birden fazla unsura
referans veriyor.
Benim teşhis edebildiğim “karışık yazma” meselesini besleyenler/ /teknik ağı
ören aparatlar şunlar;
a. Bilinç
Akışı; “Kar Katması’nda” bilinç akışı, teknikler arasında en öne çıkanı.
“bir tanrı benden sigara istemişti çok
fakirdim 21 kuruş 2009 o sırada tanrıçaya bakıyordum düpedüz azgın sırtı dinç
kolları boş bulundum verdim şimdi pişmanım zarar yok az şey değildi tanrıçayı
ise kötüye kullanmadım”,
“sevgideğer erkekler birbirinizi öldürün ve
hemen göm sizden 4 kişi kalsın kutsal olmayın sonra hükümranlığı ben Margo’ya
vereceğim ben vereceğim iğne yapar çadır kurar don oynar lacivert donlar
tarafından Ölüdeniz’de keşfedilmiştir”.
“Canetti dev cici çocuk o nasıl hatırat o
öle lise sınavi gibi güldürdün beni ilahi hafazenallah bir anne bağımlılığı
delilikte de örselenmeyen”.
“Emily Dickinson’ın şiirleri kısa kısa
gözlüğümde böcekler yürüyor katı değilim tuvalete gidiyorum sigara içiyorum”.
Ancak bu tespiti
yapmak, tek başına bu yazıyı anlamlı kılmıyor. Ötesi var. Koçak’ın bilinci
akarken girdiği bazı tünellere, odalara, dip odalara okuyucusunu da
buyr’ederken bazen bu imkan ortadan kalkıyor.
Bütünüyle Koçak’ın bildiği bir dekor; motifler, patternler hakim oluyor. Kimi
tüneller ve odalar için okuyucu fazla göbekli, kimleri için uzun boylu. Ancak, bu bir eksiklik değil, bilâkis
Koçak’ın başarısı, tam da bu noktada düşmektense yükseliyor çünkü musiki sizi
oyunda tutmayı başarıyor. İşte bu noktada, Koçak’ın hayat hikayesinin
müşahidiyiz ancak maruz müşahidi değiliz. Öte yandan, otobiyografik özne, kitap
boyunca eski eserlerine referans veriyor. Napoli
Radyosu, Zem Şehri, Trieste’ye Bir Komün, Gardenya Çıkmazı.. Gezgin Aklın
Günlüğü, Mesudiye Üçlemesi...). Bunlar
içbükey referanslar olarak, bilinçakışının pekiştiricileri. Bilhassa Napoli
Radyosu, isminin anılmasından da öte, bu büyük ve güçlü nehri besleyen bir
şelale kuvvetinde. Ancak Koçak’ın Napoli Radyosu’nu
“Kar Katması” ile ilişkilendirmekten kaçınmasından ötürü bu konuyu daha fazla
speküle etmek istemiyorum.
b. Sayıklama:
Bilinçakışından ayrılan bir diğer teknik ise sayıklama. “Sayıklayan öznenin”
referans verdiği imajlardan biri “akıl hastanesindeki rahibe” (aslında iki
rahibe). Bu imaj iki şeyin sembolü olabilir; özne akıl hastanesinde, ilaç
kokulu bir odada (Norodol Akineton
Largactil günde üç gece bir Nal sanırım onun içindir çarmıha çaktığım dördüncü
çivi) ya da bahçede peyzajlar içinde terennüm eden bir nekahat ehlidir.
Aslında akıl hastaları için nekahat imkanı yoktur. Sadece, sakinleştirme,
uyuşturma, eczanın merhametine teslim etme faktörü gündeme gelebilir. O hâlde,
nekahatin imkansızlığı, nekahatin sonsuzluğu anlamına gelir ki bu durumda
“özne” hiç iyileşemeyecek olmanın verdiği yeni şartlarda (kendi ayıklığına
varmadan) sayıklar. “(..) akıl hastanesindeki
rahibeyle evlenme şansım yok mu? evime bile geldiğine göre neden olmasın
yazmayı bırakınca gidiyor”.
Kara sevda meleği (14 Şubat 1984) vakasın
vaka klinik vaka dedi iltifat ediyordu: kariyerimin birinci günündeydim bu
hızla bana aşık oluşları sürdü ve son buldu (sonbahar 1985)
Her ne kadar Koçak Napoli Radyosu- Kar Katması ilişkisini
reddetse de, spekülasyonumuzu bu kanaldan kurduğumuzda “Napoli Radyosu’nun”
öznesi olanca cüssesiyle karşımıza dikilecek? Bizse şimdilik bu yolu
erteleyeceğiz.
İkincisi; akıl
hastanesindeki rahibe, ölüm meleğidir. Öznenin canını almadan önce ona kendini
hesaba çekmesi için birkaç saat, belki birkaç gün verir. Öznenin oral
şehvetinin harekete geçmesi için bu yeterlidir. Bu durumda özne, kendi
ayıklığının ayırdında olarak (evet, tam da böyle) sayıklamaya başlar. İşte bu
da sayıklamayı yeniden başa, yani bilinçakışına döndürür.
“birinci rahibe Halide Onbaşı kadar cana
yakın ikincisi Melike Zobu’nun parkası gibi güzel”. Bunlardan hangisi
ölmeden “özneye” yazma izni veren meleği, hangisi aklı ardında bırakmanın
sağladığı “esrimeyi” tarif ediyor? Ölüm burada, “her halükârda ölecek olmak”
diye de tercüme edilebilir. Birkaç saat ya da birkaç güne saplanılmamalı. Muhakeme
için “eskatolojik bir sembol” demek
tıkanıklığı giderici bir etki verecektir.
Burayı
güçlendiren bir delil olaraksa şu dizeleri huzurlarınıza sunuyorum;
Kanaviçe işleyenler/gittiler/Aral gölü
kurudu/ölümü çağır/hadi çağır ölümü/hasreti bitir”.
c. Sexualite
Mon Amour: Koçak kadınları seviyor. Birçok kadın ismi, üstelik de cömertlik
ekonomisinden nasibini almış sıfatlarıyla (36. Sokaktaki kız, Makarnacı Margo,
Raşel, Gaye, Kızıl Katre, öbür Dilek, kara sevda meleği, son derece güzel
bacaklı kız, Brooklynli, kelebekli Nur) üzerimize boca ediliyor.
“al al yüzümüz/ Okmeydanı’nda/ Nur’la
yürürken/ ayakta boşalırken/ ah gençliğimiz/ ne fezalı yıllar”. Burada ve benzer dizelerde okuyucu dehlizlere
buyr’ediliyor. Üstelik de bu kez okuyucunun cüssesi sorun yaratmıyor.
“Margo yeşil bir Volkswagen’le geldi kendi
deyimiyle beni arabaya attı ve Ölüdeniz’e götürdü ben de ölüydüm dirildim
Margo’yu kucağıma aldım deniz uyandı biraz içtim Margo rahibe olmuş”.
Böylece, ölüm meleği ya da ecza zerkedici rahibe şehvetin merkezine dönüyor. Erkeklerin bildiği bir hâldir. Nekahâte
eşlik eden ancak bedensel uyarılar. Bir
yandan gövde her saat yenilenirken bir yandan da hastalık süresince bir tarafa
attığı dürtüler yeniden kendini hissettirmeye başlar. En yakındaki uyarıcı
olur, rahibe uyarıcı olur.
Bu dizeler aynı
zamanda başta söylediğimiz tanıdık paternlerle örülü, buyr’eden dizeler.
Ancak, tüm bu
kadınlar galerisinin arasında “lirik
kamışım çok acı çekiyor” diyor Koçak. İronik söyleyişle masanın üzerine
ko’verilen Lirik kamışın yanında, ilk satırdan itibaren kitap boyunca
“sosyalizm düşünen, 23. Caddedeki kıza Cumhuriyet gazetesi ikram eden, umudun
19.yüzyılda parlayıp söndüğünü düşünen, ihtilal hayaldir diyen, sırf
çılgınlıktan TKP’ye oy atan” politik kamış aynı şiddetle olmamakla birlikte
sallanıp duruyor. Lirik kamış, kişisel tarih kamışı, kişisel tarih kamışının
üzerinde ironik bir biçimde sallanan ve onu küçümseyen küçük burjuva kritiği
kamış..
Şairin Zamanı, Okuyucunun Zamanı
Tam bu noktada, karşımıza başka bir
tartışma konusu çıkıyor. Koçak’ın kitabı iki bölüme (kendi deyişiyle iki
kitaba) ayırdığını, “yazdıktan
sonra okumam siz de başyapıtımı okumayın yanlış anlamlar edinirsiniz bu
kulağınıza küpe olur” dizeleriyle getirdiği uyarının bizde yarattığı “sona
yakınız” duygusuyla anlıyoruz. Nitekim, çok geçmeden “soyunmaya başladım artık bir deliydim 1982” deyiveriyor Koçak ve
kitabı kapatıyor. Ya da biz öyle sanıyoruz. Kapanan sadece ilk kitapmış..
Koçak’ın ikinci kitap olarak
vaftiz ettiği “Yemliha ile Gönül Maceramız (Sergüzeşt-i Gönül)” isimli bölüm
her ne kadar uzun sürmese de, ilk kitaptaki tamamlanmışlık hissinin üzerine
gelmiş oluyor. Dolayısıyla, yeni etkiler ekleyemiyor ve fazlalık olarak
görünmekten kaçamıyor. Burada, okuyucunun nefesinin (zamanının) maratonu
iştahla sürdürmek isteyen şairin performansına kıyasla pes ettiğini, takatinin
kalmadığını hissediyoruz. Bir diğer deyişle, okuyucu için bu son dizelerle
mimari bütünlüğü tamamlanan anlatı-şiir, Koçak için son bulmuyor. Şair de
sonrasında çok koşmuyor gerçi. Burada, “bu benim hikayem” deyişini
“beğenmiyorsanız defolun gidin” diye tercüme etmediğimiz için hâlâ hikayenin
içinde kalma ve onu eleştirme hakkını, tıpkı başından beri bulduğumuz gibi,
yine kendimizde buluyoruz. Dolayısıyla, şairin zamanı – okuyucunun zamanına
eşit midir, problematiğiyle başbaşa kalıyoruz. Sonda
dilimizde “eşit olmadıkları” tadı kalıyor.
Koçak’ın “Kar Katması” belki
NOD’un görünürlük problemlerinden, belki 2016’nın son
birkaç yıl olduğu gibi bozbulanık akmasından yeterince ses getirmemiş
olabilir. Ancak inanıyoruz ki sayıları speküle edilebilmekle birlikte (300-1000
arası olduğu iddiası dile getiriliyor), nitelikli şiir okuyucusunun gündemine
girmiştir. Henüz girmemişler için de, girmesi şiddetle tavsiye edilir.
Tezgah Fanzin, Aralık'16 sayısında yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.