9 Mayıs 2019 Perşembe

Enes Malikoğlu'nun Anladığım Kadarıyla'sına İlişkin Etüdler



Enes Malikoğlu’nun poetik faaliyetinin tarihçesine baktığımızda, geç kalmış gibi görünen bir kitapla karşı karşıyayız, diyebiliriz. Tasfiye, İzafi, Yordam gibi mecmualarda bugün kendisiyle eş zamanlı yazan birçok şairden evvel başladığı macerasını Afro gibi damgasını bastığı ve hala eksikliği hissedilen bir mecmuanın yayıncısı olmakla taçlandırmıştı. Son günlerin tartışmasından mülhem, şayet varsa bir 2010’lar kuşağı – Afro bu kuşağın kısa soluklu ama etki bırakan dergilerinden biri olarak anılacaktır. Elbette, tam bu noktada, Mustafa Nurullah Celep’in dergiciliğin bir ideal olduğu argümanıyla Fayrap’ı överken, tıknefes yeni biçimci dergilere karşı eleştirisini Afro özelinde de hatırlamakta fayda olabilir.

2018 yılında İzdiham Yayınları’ndan çıkarak okuyucuyla buluşmuş olan kitabın ana meselelerini birkaç başlık altında toplayabiliriz;

Mücahidin Müteahhide Dönüşümü; Bugün siyasal iktidara yöneltilen eleştirilerin başında bir tür “sosyal sınıfın dönüşümü” hikayesi geliyor ve bunun retorik karşılıklarından biri de “mücahitken müteahhit oldular” ifadesinde kendisini buluyor. İktidar partisi için inşaat sektörünün merkezi önemi herkes tarafından biliniyor. TÜİK verileri sektördeki yatırımların karşılığında 2002-2016 yılları arasında reel olarak 2.8 kat büyümeyi işaret ediyor. Türkiye İMSAD 2018 Sektör Raporu’na göre ise 2017 yılında inşaat sektörü yüzde 8,9 büyürken, özellikle üçüncü çeyrekte yaşanan yüzde 18,6’lık büyüme dikkat çekiyor.

Erbatur Çavuşoğlu'na göre mevcut iktidar partisinin hegemonyası, tarihten devraldığı korporatist ilişkilerin İslami ve milliyetçi özgün bir sentezle makyajlanmış halini temsil ederken; hak değil görev temelli, güçlü bir lider kültürüne dayanan bu makyajlanmış modelin meşruiyeti ise inşaata dayalı büyüme modeli olan Ulusal Popüler Proje ile sağlanıyor. Yeni sembolü TOKİ olan bu hegemonya projesinin temel fiili ise inşa etmek ve metalaşmamış mekanları emlak piyasasına dahil etmektir[1].
İktidarın sektöre hususi bakışını yansıtan bu verilerden sonra, şunu da eklemeliyiz: Galatasaray sabık Başkanı Ünal Aysal’ın “AKP’ye oy veren 20 milyon Galatasaray taraftarı” var sayımı nasıl istatistikle çelişiyorsa, iktidar partisine oy veren geniş toplumsal kesimlerin de bir zamanlar mücahit olmadıkları gibi, topyekun müteahhide dönüştükleri de söylenemez. Ancak, sosyoloji, antropoloji ve siyaset psikolojisinin cebelleşeceği bu önermenin bize kalan yanı ise poetik deneyim alanına indirgenebilir.
Doğrusu bu ya, ilgili temaya dair hali hazırda, irili ufaklı birçok şiir yazılıyor. Bazıları alabildiğine kitsch ve nihayetinde Üsküdar’a, At Pazarı’na, şallı kızlara, nargileci oğlanlara dayanıp sönümleniyor. Enes Malikoğlu’nun kitabında ise arka planda işleyen bu tema, ilgili eleştirinin en içten dile getirilişlerinden biri olmaklığıyla kalmıyor, meseleyi kafelerdeki kız ve oğlanları röntgenlemektense daha sahici yanıyla ele alabiliyor.



Nitekim,  söz konusu Malikoğlu şiiri olduğunda,  şairin uzun süredir inşaat sektörünün içinde bir mühendis olduğunu göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bu yanıyla Malikoğlu,  şiirin payına düşen yabancılaşma efektinin tam da sinir uçlarından okuma imkanına sahip bir şair diyebiliriz.

Malikoğlu’nun şiirlerinde öne çıkan motif, büyük ve kutlu bir zamana kadar, birbirlerine sahip çıkma taahhüdü veren (yani ironik yönüyle yine müteahhitlerin), aslında birer yedek paraşütü olduğu ve o kutlu gün (! - herkes için anlamını şaşıran) geldiğinde açılmak üzere, bir kenarda saklandığıdır. Şu dizeleri bu kontekste okumayı teklif ediyorum (Yedek Paraşüt, s.18-19):

 “Oysa değil miydi ki/ Ey yoldaşlar bizleer, sistemin dişlileri değiliz./ Ve bizler her ahval ve şeraitte direneceğiz/ Dar’ul harb’in bir ferdi olmaktansa ipi boyna kendimiz geçireceğiz”
“her cumartesi dernekte/ dernekte siliniyor ruhlar/ ideologya derslerinde”
“biliriz, hepimizi birimiz için – de olsa/ birimiz bir pundunu bulunca müteahhit”

Ve İtirazlar (Dipnot I-IV, s.13-16);
“Tahrif gücü yüksek bombadır/ bize lüksiyat”
“Gençtik ve güzeldik/ itinayla itiraz ederdik/ Belki buydu kusur”
“Hür ve namuslu ayaklarımız vardı/ aşındıramadığımız yollar-yürüdükçe/ Altlarımızda doru atlarımız/ Libadiye’de katlarımız olmadan önce”
“Darul harpten yeni çıktık sen bekle/ Cumaya gittim bir cumartesi döneceğim” (Bir Takım Aksaklıklar, s.51).

Bunlar bana kalırsa, ilgili eleştirinin ve özeleştirinin iyi örnekleri olan dizeler.

Masumun Yabancıya Dönüşümü: Yukarıdaki temayla bağlantılı bir var sayıma geliyorum. Kitap M.Ö. ve M.S. diye ayrılmış ki- M.Ö’yi sanılanın aksine masumiyet dönemi diye adlandırabilir miyiz? Yani dernekte ruhların üzerine boca edilen o kutlu güne ilişkin antlar ve daha bir sürü şeyin hüküm sürdüğü bir zaman dilimi. İşte bu alanı, güncel siyasetin tabirlerine indirgemek haksızlık olacaktır. Dolayısıyla, buradaki zaman dilimine mücahitlik dönemi değil, masumiyet dönemi demeyi tercih ediyorum. Schwerte’nin Goethe’nin Faustçu ideolojisinin temeli saydığı “tradejinin trajiksizleştirilmesinden” mülhem Moretti’nin geliştiği “masumiyet retoriği” kavramına başvuruyorum. Buna göre Goethe kahramanını geçmiş günahın yükünden kurtarmak ister, bu günah ise Faust’un trajedisinin trajikliğinin soyulmasıdır. Yani Faust, şeytanla bir anlaşma yapar – çünkü onun tarafından ayartılmıştır[2]. Moretti bu durumu “(..) Öyleyse, masum bir anlaşma. Sonra masum davranışlar. En sonundaysa masum bir arzu” diye nitelerken ilave eder; “(..) Hayır, düş görmek suç değil. Tamamen masum bir uğraşı. Veya belki, insanın kendini hiç de masum olmayan bir başka şeye hazırlamasının tamamen masum bir yolu[3].  Dolayısıyla, bir masumiyet evet ancak “trajedinin trajiksizleştirilmesine” referans veren bir masumiyet diyebiliriz, Malikoğlu’nun şiirleri için.

Yorganın bu ucunu böyle tutarsak, diğer ucunu yani M.S.’yı ise bir yabancılaşma dönemi olarak kategorize edebiliriz. Şairin etrafından çekilen ve git gide kendisine yabancılaşan bir evre.   
Şair hikayesini anlatırken, kendini üzerine çöken büyük yılgı ve yorgunluk karşısında ataletle, işler olmama ve tembellik talebiyle meşrulaştırıyor; masumlaştırıyor, bir diğer deyişle. “Arınç buysa ben arınmam/ derviş cipini satsa/ yahut yatsa rüyaya” (s.13). Moretti’nin izinden gidersek, masum olan beden-ruh ayrımının yapılmadığı bir dönem değil, bilakis bu ayrımın özne tarafından bilinçli bir şekilde talep edildiği bir hal ise, yabancı olana bu ilişkinin koptuğu değil; koparken acı verdiği, yarı narkozlu bir hali atfedebiliriz ki – şairin başına gelen/tercih ettiği de, bu gibi duruyor.

Kitabın ikinci kısmı olan M.S.’de öznenin bu hali daha ileri götürmesine tanıklık ediyoruz. Bu yabancılaşma bir yanıyla hayırlı bir yabancılaşma, şairin Türkiye topraklarındaki haksızlık ve adaletsizlik örneklerini daha geniş bir radarla taradığı ve çarpıştığı döneme referans veriyor. Kolektif masumiyetin olmadığının ayırdında bir masum. Nitekim, İkinci kısmın ilk şiirinin ismi “Tengriye” bu nedenle önemli bir örnek. Tengri ile Türklüğün özcü ilişkisinin yüceltilmesi (Tengri dili, Türkün dili, Türkçe ezan), sık sık dize sonlarında vurgulanan “Hun” kelimesinin yankıladığı sert bir sesle Türklüğün ve “kan” vurgusunun yapılması bu minvalde okunabilir;

“Tengri Dağı’nı erittik; börteçine’ynen çıktık yola/ Seçilmiş milletiz biz. Kımız içtik müsekkinle/ Hiç migrenimiz tutmaz; seferde armut koparır/ akçesini dalaasangillerdeniz” (Tengriye, s.24). Ve sonrasında tüm bu özcü büyük hattın bu Türk olmayan unsurlar için çıkarttığı büyük maliyet listesine vurgusunu hatırlamak gerekiyor şairin.  

Çünkü tengrinin dilinde j harfi yok. Tengrimiz onlara çok kızıyor; ama x harfine kızmaktan j harfine sahip kolej çocuklarına sıra gelmiyor; unutuyor belki de bilmiyorum” (s.25). Nitekim, aynı şiirdeki “Tengri bir kavmin yaratıcısıdır! Yobaz zalim ve öylesine” (s.26) ve “Bir ve tek olan Allah’ın adıyla ateş ediyoruz sana tüm X’lerimizi ve W’lerimixi yanımıza alarak” (s.26).

Şairin bu yeni evresinde, Türkçü-İttihatçı ruhun geniş bir kurban yelpazesi olduğuna ilişkin mesajları alıyoruz: “Milliyetçil yerlerimi aldırdım” (s.32) gibi bir dizeye de ev sahipliği yapan, “Ütopya İçin Öneriler” bu temanın varyasyonları olarak öne çıkıyor. Bu şiirin üçüncü kısmı olan Onbeşliler’de yukarıda andığım kesintisiz öz ve bu özün sebep olduğu yıkımlara ilişkin eleştiri, “Biz olmasak olmazdı yakışıklı Pol Pot” (s.34) dizesine kadar götürülüyor. Art arda gelen üçlemeyi şairin ayılma dönemine ait, Türkiye’de bir zamanlar yaşamış olan ve hala yaşayan diğer etnik gruplardan dilediği bir özür olarak kabul edebiliyoruz. Bu özrün ise bir Çözüm Süreci liberalinin özründen farklı olduğunu ve kendisine düşman olarak tanıtılanların safına tam bir geçişi, bir nevi teslimiyeti simgelediğini teşhis edebiliyorum.

Sırası gelmişken, şiirlerde karşımıza çıkan bir tema ise “Çözüm Süreci”. Şairin içine uyandığı bu yeni bilinç ve yeni ayıklık haline tam da beklediği bir merhem olarak kodlayabiliriz Çözüm Süreci’ni. Bugünlerde Cumhur İttifakı’nın dağılma ihtimaline karşılık bir kez daha gündeme getirilen ve 2012-2013 yıllarında siyasetin ana gündem maddesi olan bu sürecin şairi çok sevindirdiğini hatırlıyorum. İyileştirme Sekansı- I ve II’inci şiirlerde çözüm sürecinin sonlanmasının şairde bıraktığı yılgının genel havası teneffüs edilebiliyor.

Bit Yeniği Şiirinde ise anlıyoruz ki, Malikoğlu’nun bakışı berraklaşıyor ve politik muarızlarına yeni bir aktör ekleniyor: müteahhidler. “Bir başkasının bir başkasından olan oğlunun/ üçüncü arabasını [Audi TT] alabilmesi için/ kozlu’da metan gazından gebermek, nalları dikmek.. / that’s simple!” (Bit Yeniği, s.30). Bir diğer deyişle, eski çevresi, yeni muktedirlere dönüşüyor.

İsmet Özel’le Bitmek Bilmeyen Cebelleşme; Yukarıda andığım meseleyle paralel okunmasını teklif edeceğim bir başka husus ise şairin İsmet Özel’le ilişkisi. Eminim ki, birçok Türk şairi gibi Enes Malikoğlu da bu nefret-aşk gerilimi içerisinde her gece rüyasında Büyük İsmet Özel’le cebelleşiyordur. Şiirindeki kanıtları izleyen dikkatli bir göz bunu hanesine yazabilecektir. Poetik olanda bazı bazı bitiştikleri açık, ideolojik olanda ise savruldukları. Kitabın ikinci kısmı bu yanıyla bir çifte eleştiridir. Üstelik, sadece bir Cumhuriyet ideolojisi eleştirisi değil, daha geniş bir perspektifte İttihatçılık eleştirisi işin içerisine girmektedir ki, şaire göre İsmet Özel de bugün eleştirisini yaptığı Türkçü- İttihatçı ruhun taşıyıcıları arasındadır. Malikoğlu’nun Özel’e bakışını kavramak için hatırlamakta fayda var. Geçen haftalarda büyük şairin 74’üncü doğum gününde Malikoğlu facebook hesabından şöyle bir paylaşım yapmıştı; “Dahinin, büyük sanatçının zırva hakkı vardır diye düşünüyorum. Her şeye rağmen İsmet Özel..”. 

Her şeye rağmen? Bu her şey nelerden oluşuyor? İsmet Özel’in şiiriyle ilişkisi gibi çetin bir tartışma konusunu buraya taşıma niyetinde olmamakla birlikte, Malikoğlu’nun İsmet Özel’in poetikasıyla politikası arasında bir tercih yaptığı ve bir kez daha politikasından arındırılmış bir şaire onay verdiği görülüyor ki- bu çok su kaldırır bir argümandır.

Diğer yandan, poetik olarak İsmet Özel’in ama bilhassa da “Amentü’nün” etki alanında kalmasını örnekleyen dizeler ise şöyle sıralanıyor;
“Ben, her kimin temsiliysem ben/ Katolik cenazelerine güzellik kremi ihraç eden ben” (Ütopya İçin Öneriler, s.36)
Sanırsın benden sorulur/ Valonlar ve Flamanlar” (Cihangir’deki  O Tablo, s.37).
“Ne İbrahim olabildim bunca vakit ne cesur bir Ticani”  (Cihangir’deki  O Tablo, s.38).
“Biz şiire toptan girdik/ Şikago, İlyonis, Hay Market” (Jilet Olmaya Gitmek, s.53).

Amentü şiiriyle aşk-nefret gel gidinde bir başka hesaplaşmayı ise “İnsan Eşek Gibi Mahlukâttır İşte Babam!” şiirinin bizatihi başlığında teşhis edebiliyoruz ki, bu kanıtlar arka planda işleyen ve kapanmamış ("kimin için kapanmıştır ki?" sorusu bir başka yazının konusudur) bir İsmet Özel hesaplaşmasına bizi götürüyor.

İmgece Cimri Olma: Malikoğlu “Kabızlığa Ağıt” isimli pek estetik olmayan ismiyle öne çıkan şiirinde, masumiyet günlerine ilişkin “ölmeden önce en az üç şiir kitap çıkaracaktık” dizesiyle ünlem veriyor; “İlk bölüm sessizliğimin imgeleriyle “inleyecekti muhtemelen/ İde’si olmayan bir hayatın tarihçesi.. [of, ne afili!]” (s.27).  İmgelere başvurma konusunda cömert bir şair, imgeci bir şair diyemeyiz Malikoğlu için. Nitekim, kısa bir süre önce Koza Dergi’nin 25’inci sayısındaki soruşturmasında şöyle diyor; “Bu tasnifler içinde kendimi nereye koyuyorum diye sorulursa. Sanırım hiçbir gruba ekleyemediğim, imgeye ne düşman ne de aşık olan üçüncü gruptan görüyorum kendimi. Ve kendimi somuta yaslıyorum öyle yazıyorum. İmgeyi aramıyorum, ama gelirse kapımı kapatmıyorum uyuyorsa davet ediyorum. (..) Kişisel olarak imgeyi ben gizlenmek için değil de var olan cümleyi/sözcüğü veya-nadiren de olsa- görseli tersten şaşırtma aleti olarak kullanıyorum. Görseli/sözcüğü/cümleyi eğip büküp gene okuyucunun anlayacağı dilden söylüyorum”.

Malikoğlu yerli yerinde, kararında, hatta sakınımlı bir kullanımdan bahsediyor. Bu halde, bu şiiri imgece de kabızlığa ağıt olarak okumalı mı? Sanırım yeniden aynı şiirin birinci dizesine dönmek gerekebilir; “Biz şiirin bittiği yere denk geldik” (s.27) ve bir sayfa sonra bir yanıyla da bir imgeselciler ormanı olan “Antoloji.com’a yenildik” (s.28) diye ekliyor.

Kanaatim Malikoğlu’nun esrik bir şair olmadığıdır, bu yanıyla şiirin esrimesinde önemli bir enstrüman olan imge konusundaki ketumluğu, esrime konusunda da Malikoğlu şiirini tıkamaktadır. Esrime şiiri değerlendirirken bir kriter olmayabilir. Ancak, Malikoğlu şiirinde ritmi aşağıya çeken bir faktör olduğunu düşünüyorum.

Bunun dışında kulak tırmalayan dizeleri anmak zorundayım. “Pusma pustukça sıra sana gelecek” (Pişmanlık, s.29); “Kinler geldi kinler geçti” (Bit Yeniği, s.30) ; “şairin eğlenmesi meşhurdur evlenmesi değil” (Perspektifli Minyatür, s.49) poetik kerameti şairin kendinden menkul bile olamayan dizeler.

Ancak, “Metruk bir dünyada oldum/ Yağmura majezik karıştırın/ Kısa keseceğim şakaklarımı” (Şaz Kıraat, s.42); “En yakın toplu mezar: en büyük göz hastalıklarımız./ Bunlarsız, kork’suz ve idamsız/ Soyunduğumuz ihram çarpa ki/ Biz aslında o değildik” (Şaz Kıraat, s.43) gibi dizeler ise “Shine on you crazy diamond” sınıfında ve tek kelimeyle büyük.

Diğer yandan, Çirkin, Dizimin Kanaması, İnsanın Masif Parkeye Verdiği Tepki, Kan Dağası isimli şiirleri kitabın ortalamasını aşağı çeken şiirler hanesine yazmak zorundayım.

Uzun yıllar beklemesine karşın bir ilk kitap olarak “Anladığım Kadarıyla” o güne kadar biriktirdiği tüm meseleleri okuyucunun üzerine boca etmek ve onu kendi müstakil gündemiyle boğmak konusunda zorlayıcı olmayan; sakin, iyi bir ses düzeyi yakalamış bir eser. Bu yüzden, sesi yüksek çıkanların agorasında “hem zarifane hem levendane bir şair” olarak Malikoğlu’nun dünyasına göz atmak şiir okuyucusu için vaatkâr bir tecrübe olacaktır.   




[1] Erbatur Çavuşoğlu, "İnşaata Dayalı Büyüme Modelinin Yeni-Osmanlıcılıkla Bütünleşerek Ulusal Popüler Proje Haline Gelişi: Kadim İdeoloji Korporatizme AKP Makyajı", Birikim Dergisi, S.296, Aralık 2013, s.70-73.
[2] Franco Moretti, Modern Epik, Goethe’den Garcia Marquez’e Dünya Sistemi, Çev: Nurçin İleri ve Mehmet Murat Şahin, Agora Kitaplığı, 2005, s.25-27.
[3] a.g.y, s.31-33.

Kaygusuz 6, 2018.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Beni kâle almanızın kıvancıyla doluyum.